Şeytani İnovasyon...



Altın Madalyon forumunda paylaşılan Hellingen'li - Mephisto'lu heyecan verici paneli gördüğümde ister istemez kötülere neden bu kadar tutkun olduğumu da deşmeye başladım. Dürüst, adil, ideal insan olan kahramanın yanında şeytanın ete kemiğe bürünmüş halleri nasıl böylesi etkileyebiliyordu ki beni? Neden Hellingen'in ya da Mephisto'nun yer alacağı yeni bir maceranın haberi beni coşturuyordu? 
Niye içten içe bunlara hayranlık duyuyordum? Kızıma doğruyu ve erdemi öğretirken, ayırdında olduğum her türlü adaletsizliğin kaynağı insana - en hafifinden - söylenirken, bu halime tamamen tezat söz konusu tutku da neyin nesiydi?


Aradığım, bu olguya neden - sonuç ilişkisi içerisinde gayet matematiksel ve dolambaçsız yaklaşan ve en önemlisi sebebi bende - benim zayıflıklarımda değil de dışarıda, Tex'in ve Zagor'un kendisinde arayan yanıtlar. 'Aslında içimizde her daim varolan ve ortaya çıkmak için fırsat kollayan kötülük...' ya da 'tabiatına aykırı bir şekilde insanı erdeme ve ahlaka zorlayan onbinlerce yılın birikimi olan birlikte yaşama kültürü...' gibi mistik - fantastik - psikolojik açıklamalara da şu an mesafeliyim. Evet bunlar da gayet akla yatkın, reddetmenin gereği yok ancak altmış - yetmiş yıllara varan serilerde değişmeyen 'Kötü fena pataklar ama en nihayetinde iyi kazanır...' hikaye yapısının hala okur bulması yanıtın kendilerinde olmadığını söylüyor. Böylesi kötücül olsaydık hem yaratım tarafında sanatçının kendini arzuladığı şekilde ifade edememesinin sancıları söz konusu olurdu, hem de okurun besleyemediği ve dizginleyemediği şeytani tarafının ilgi gösteremediği kafalarında haleyle dolaşan kahramanlar varlıklarını koruyamazdı. Dolayısıyla diyebiliriz ki, aslında iyinin - iyiliğin kazanması yönünde çok kuvvetli bir dürtümüz var, kötülük yapanın yanına kar kalmamalı, burnundan fitil fitil getirilmeli, adalet sağlanmalı. Peki bu noktada Mephisto ve Hellingen'i nereye konumlandırmak gerekiyor?

Sanıyorum oldukça basit bir izahı var söz konusu durumun...

Bunun temelinde, Tex ve Zagor gibi klasik dönem fumettisinin gri yoksunu, siyah – beyaz dünyasında, henüz okurla ilk tanışma anında mükemmel erdem abidesi olarak şekillendirilip sunulan (ya da çok hızlı bir şekilde bu mertebeye ulaştırılan) ve halihazırda mükemmel olduğu için üzerine ekleme yapamayan kahramanının aksine kötünün sürekli kendini geliştirmesi, daha kötüye evrilmesi yatıyor. Bu dünyada ikon kahraman ister istemez sıkıcı bir tekrara dönüşürken, kötünün her yenilgiden sonra, bundan çıkardığı dersle güçlenerek dönmesi de okurda bir beklenti ve acaba şimdi nasıl bir farklılık yaratacağı merakını doğuruyor. Kahramanın kuvvetli tahmin edilebilirliğinin yanında kötünün şaşırtma potansiyeli, bu inovasyon kültürü her daim daha çekici geliyor okura...

Düşünüyorum da, 'erdemi ve çok zorda kalmadıkça öldürmemeyi geçiyorum'; şiddetten geri durmayan, bu hususta elini korkak alıştırmayan kahramanların bile sınırları belli, ne kadar esneyeceğini biliyoruz ister istemez. Dolayısıyla serinin lokomotifi aslında kötüler, yazarın bunlar için çizdiği portre, özgünlükleri ve bunların sınırsızlıkları oluyor, kahraman değil...

Bu durum özellikle Tex’te daha da öne çıkıyor bana kalırsa. Zagor yine sıklıkla kayabildiği ayrı bir sınırsızlık imkanı olan fantastikle birlikte kendine hareket alanı yaratabilirken, klasik western kalıplarını korumakta ısrarcı Tex ise Mephisto gibi sıradışı süper kötülere şiddetle gereksinim duyuyor...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman