Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

2017'ye giriyoruz girmesine de...

Resim
Huzur verebilir misiniz Conan Bey?  Peki ya barış bahşedebilir misiniz?  Ya da tekinsiz hissetmeden karışabileceğim kalabalıklar?  Hatta en kıymetlisi, kızım için endişelenmeyeceğim bir yıl olabilir mi bu kez armağanım? Çok şey mi istiyorum!

Çelik Simyacı..

Resim
Keyifli başlamıştı. Anlaşılır konusu, karakterlerin varlık nedenlerinin ve motivasyonlarının net ifade edilişi, bazı manga serilerinde karşılaştığım takibi zor - zihin kilitleyici aksiyona mesafeli duruşu (ki bu hususta en muzdarip olduğum manga, hepi topu iki cildiyle beni onlarca cildini okumuşum kadar yoran ‘Öldür Yeter’dir) gibi artılarıyla seriyi Akılçelen’in yayınlama hızıyla tüketmeye başlamıştım. Sanıyorum onbirinci ya da onikinci ciltteydim, Edward sol bacağının ve kardeşinin ruhu için 'hakikatin kapısı'nı açmak üzere feda ettiği sağ kolunun, Alphonse ise bir zırha bağlanmış ruhunu bedenine kavuşturmanın peşinde felsefe taşının arayışındayken Elric kardeşlerin yanına yeni yeni karakterler eklenmiş, hikaye çoktan dallanmaya başlamıştı. O sayıda birkaç panelde kendimi ‘yavu bu ne zaman olmuştu, bu karakter nasıl ve neden dahil olmuştu mevzuya?!!’ sorularını sorarken ve yanıtların peşinde önceki ciltleri karıştırırken bulmuştum. İşte bu noktada aralıklı okumaktan vazgeç

Clone...

Resim
İçimde bir yaradır Clone Saga.. 95 – 96 İTÜ yıllarımda Gümüşsuyu’ndan Tünel’e yaptığım rutin yürüyüşlerde, Amazing Spider-Man’in yerini alan Amazing Scarlet Spider fasiküllerini İstiklal Caddesi'nin girişinde kiosklarda gördüğüm ama o an için bulaşamadığım, ertelediğim ve ertelediğim herşey gibi bunun için de neden öyle yaptım dediğim, hiç okuyamadığım upuzun bir hikayedir.. Bundan yıllar sonrası e-bay’lerde son dakika çalımı yemeyeyim diye sabahın üçlerinde ayaklanıp açık arttırmaları takip ettiğim, anlayamadığım bir oldubittiyle müdahale edemeyip safdışı kaldığım ve hala ‘Yav, cimrilik etmeyip önceden yükseltseydim, keşke bir 10 – 15 dolar daha fazla yazsaydım!’ dediğim bir pişmanlıktır.. Satıyor diye hikayenin sakız gibi uzatılmasını, uzatıldıkça karmaşıklaşmasını, karmaşıklaştıkça tutarsızlaşmasını bir kenara bırakırsak yayınlansa da okusak diye kanına girmeye çalıştığım çizgiroman sevdalıları nezdinde dahi ‘kaç tane Clone'lu hikaye yazıldığı, saganın hangisi, gene

Edebiyatın Barbar Conan’ı..

Resim
Ne zaman bir Conan romanı okusam kalemim durmuyor. İşte Arkhelos Yayınları'nın 'Kimmeryalı Conan'ın Yükselişi'nden kendime aldığım kısa kısa notlarla biraz daha Robert E. Howard yazınının Conan’ı.. Şımarık ‘Hepsi oyunun bir parçası Conan,’ dedi kara gözlü Poitainyalı. ‘Sen kralsın, rolünü oynamak zorundasın.’ ‘Keşke ben de seninle atımı Nemedya’ya sürsem,’ dedi Conan kıskanarak. ‘Dizlerimin arasında bir at hissetmeyeli kaç zaman oldu ama şehirdeki işler yüzünden burada kalmam gerekiyormuş, öyle dedi Publius. Lanet herif!’ ‘Eski hanedanı devirmek,’ yalnızca ikisi arasındaki samimiyetin verdiği rahatlıkla devam etti, ‘pek de zor olmadı, gerçi o zaman oldukça eziyetli gelmişti. Arkamda bıraktığım fırtınalı yola bakınca dökülen onca alın teri ve kan, çevrilen dolaplar ve çekilen sıkıntıların hepsi rüyaymış gibi geliyor.’ ‘Yeterince ileriyi görememişim Prospero. Kral Numedides’in ölü bedeni ayaklarıma yığıldığında ve kana bulanmış başından çekip aldığım ta

Parker dolmakalem markası, Alaska olsun!

Resim
Alaska, Atlantis, Jeriko, Tom Braks.. Türkçe çizgiromana kırk yıldan fazladır damga vuran, kadın olup da erkek jargonuna böylesi yoğun katkısı bulunan, efsane çevirmen, çok sevdiğim,  eşi nadide  Ay Barka'nın ağzından çizgiroman dünyamızı bir dönem şekillendiren serilerdeki özgün isimlerden sapmaların hikayeleri.. Ay Hanım, Tay Yayınları'nın sahibi Sezen Yalçıner'in izniyle aktardığını da belirtmiş.. Ken Parker ilk kez yayınlanacaktı. Sezen Yalçıner, ‘Parker’ kalemlerine gönderme yaparak ‘Bu dolmakalem markası, olmaz..’ dedi. Böylece Ken Parker'ın Türkiye'deki adı ‘Alaska’ oldu. Ombrax yayınlanıyordu. Ancak Tommiks daha çok satınca, benzerlik kurulsun diye adı ‘Tom Braks’ olarak değiştirildi. Martin Mystere'in yayınlanmasına karar verildiği zaman Ermeni olayları gündemdeydi. ‘Martin’in Ermeni ismi ‘Artin’i hatırlatıp tepki toplamasından korkuldu. Bunun üzerine kayıp Atlantis ve Mu kıtalarından yola çıkan hikayeleri içeren çizgi roman Türkiye'de ‘Atlan

Dublörün Dilemması...

Resim
Okurken aklımda hep o sahne vardı.. Ertem Eğilmez’in ‘Arabesk’inden.. Binbir acının ve derdin çocuğu Şener (Şener Şen) çöllerde yoğun arabesk bir tınıyla tanrıya yalvarmaktadır: Allahım kör et beni Aksın gözümün nuru aksın Bundan sonra kör baksın Bilirsiniz, şarkı biterken mucize gerçekleşir, Şener’in dileği yerine gelmiştir ve beyaz gözlerle kameraya görüntü veren büyük oyuncu kör kaldığı için müteşekkirdir: ‘Allahım görmüyorum. Sana çok şükür görmüyorum. Kör oldum.’ İyi mi yoksa kötü mü, yorumlamakta zorlandığım bir filmdir Arabesk. Absürdün kıyaslama kabul etmeyen bir yapısı var en nihayetinde; gerçekçi bir filmle karşılaştırmak türün kendisi gibi absürt kaçacağı gibi absürdü bir diğer absürt ile kıyaslamak da rasyonelle katman katman şekillenmiş zihinlerimiz için anlamlı olmaz. Ben kolay yolu seçenlerdenim: Absürt eğer komediyse eğlenip eğlenmediğime bakarım, tebessüm endeksime göre notlarım.. Pekiyi ya bu absürt 'Dublörün Dilemması' durumunda olduğu üzere komedi olmakta

The Thing: Freakshow

Resim
DC’nin evren mimarı olarak sıfatlandırdığı Geoff Johns’u bilirsiniz illaki. Hani şu uzun vadeye yayılmış kurgularıyla meşhur adam.. Hani şu Green Lantern’ı dipten alıp en tepeye çıkaran kişi.. Hani taze Rebirth konsepti kurgusunun arkasındaki yazar.. CCO da diyorlar ona, tam olarak ‘Chief Creative Officer and Architect’ olarak lanse ediliyor, yaratıcı ekibin yöneticisi ve evren mimarı gibi bir anlamı var.. Bu ‘mimar’ nitelendirmesini ilk duyduğumda, mürekkep yalamış, lisansta burnu bayağı sürtmüş, amfi sıralarında ter dökmüş bir mezunun, fahri diplomaları şöminesinin üzerine dizenlere karşı duyduğu çekememezlik sebepli ‘Hadi len, neyimin mimarısın sen!’ şartlanmasıyla bıyık altından güldüğümü itiraf edeyim. Ama Johns’un yaptıklarına tanık oldukça bu mimarlığı olgunlukla kabul ettiğimi de belirtmeliyim. Hem Matrix’in de bir ‘Mimar’ı yok muydu, o sanal gerçekliği insanların tatmin edilmesi gereken mutsuz olma dürtülerine göre yıkıp yeniden kurgulayan, Neo’yu yaratan. Orada bu 'Mima

Islak Öpücükler Zamanı

Resim
Rob Williams'ın kaleminden çıkma - Brad Walker'ın fırçasından olma ve vasatın birkaç tık altı olarak nitelendirilebilecek bir hikayeden (ki kendisi Marmara Çizgi 'Avenging Spider-man' serisinin son sayısında yer almakta) saçma sapan bir panel... Söylemeye dilim varmıyor ama bu ateşli öpücüğün devamı da var... Yazık! Hakikaten yazık! Lakin olan olmuş artık, elden ne gelir sitemden ve dostane bir tavsiyeden başka: Yapma Robcuğum, etme hocam! Onyılların mirasını böylesine harcama! Yanına kalan sadece yetmişiki dilden sunturlu küfür, bunu bilesin... ----------- Yalnız panelin orjinalindeki kelime oyununa bayıldım desem yeridir. Alfa dönemi Fantastik Dörtlü'lerinde 'Şimdi Dayak Zamanı!' şeklinde çevrilen meşhur Thing nidası 'It's Clobberin' Time!' olmuş 'It's Slobberin' Time - Şimdi Salya Akıtmanın Zamanı!'...

Thor: Vikings

Resim
Beklentimin gerisinde kalan bir hikaye daha. Beş fasiküllük bir kısa seri için sakız gibi uzatılmış, inişlerin – çıkışların unutulduğu  tekdüze ilerleyen  bir konu. Hikayenin kahramanı mı yoksa esas oğlanın yancısı mı belli olmayan Thor.. Hikaye bir lanete dayanıyor. Milattan sonra 1003 yılında Lord Harald Jaekelsson önderliğindeki vahşi Viking yağmacılar, çoluk çocuk demeden en son sakinine kadar katlettikleri Norveç’in batı sahilindeki bir köyde, hayatta kalan son kişi olan köyün bilgesinin elindeki rün yazılarıyla bezeli büyülü taşla ve kanıyla lanetlenerek bin yıllık bir yolculuğa çıkıyor. Lanet telaffuz edildiğinde bin yıl oldukça uzun bir süre gibi görünse de bininci yılın sonunda, takvimler 2003 yılını gösterirken Viking gemisi nihayet bir türlü varamadığı destinasyonuna, Yeni Dünya’ya ulaşıyor. Ancak bu yolculuk esnasında yenilmez, durdurulamaz, çok güçlü zombilere dönüşen Vikingler bin yıl önce ne yapıyorlarsa bunu bine katlayarak New York’ta kıyıma ve vahşete girişiyorlar.

İçinden Çizgiroman Geçen Roman: Kurtadamın Döngüsü

Resim
‘Spoiler’ kaygısız bir insan olarak ilk önce Stephen King’in sonsözüne baktım. O kısacık paragraf 4 Ağustos 1983’e tarihlenmişti. Eyvah eyvah! Yoksa bu da ‘Kara Kule: Şilahşör’ün sinir bozucu yeniyetme acemiliğiyle yazılmış halinin benzeri bir vakit kaybı hissiyatı mı yaşatacaktı? Hem Stephen King’in ilk akla gelen tabii ve yetkili yayıncısı Altın Kitaplar’ın bu kitabı 6:45’e bırakmış olması da bu kanıyı güçlendirmiyor muydu? Gerçekten nasıl olmuştu bu? Stephen King’in çizgiromanlarını bile piyasaya sürmeyi deneyen Altın Kitaplar ne olmuştu da bu kitabı atlamıştı? Gerçi birkaç King kitabını da İnkilap’a kaptırmıştı ama 6:45 farklı mecraların yayıneviydi, Beat akımı gibi derece alternatif tatları sunmanın derdindeydi. Aslında biraz düşününce sorguluyor da insan, tamam Altın Kitaplar ‘Kurtadamın Döngüsü’nü atlamış atlamasına da 6:45’in ne işi vardı Stephen King ile, ne zaman ve niye yolları kesişmişti?!! 6:45’in kurucularından ve çok yetkili ve mesul editörlerinden (ve tanıdığım en azı

Skottie Spawn çizecek olsa...

Resim
Todd McFarlane kapağı... Juvuan J. Kirby kapağı... Liana Hee kapağı... Raflara yeni çıkan ‘Spawn Kills Everyone’ın şirin mi şirin bu varyant kapakları tarz olarak bir yerlerden tanıdık geliyor mu :) Bir heves bu... Geçecektir illaki... Ama suyunun suyunu çıkarırcasına tüketilene dek Skottie Young türevleri bana keyif verecek...

Hayat Geride Bırakmaktır...

Resim
Hortlak dergisinin ilk sekiz sayısı boyunca okuduğumuz Emrah Ablak imzalı 'Hamsiyi Beklerken' öyküsünden yanıma kar kalan iki panel...

Bir Algı Sorunsalı: Odunluktan Bilgeliğe!

Resim
Hoz Comics'in yayınladığı Örümcek Adam ciltlerinde yeralan uzun soluklu 'Öteki' hikayesinden, Peter Parker’in kimbilir kaçıncı ölümünü takiben sıcağı sıcağına Mary Jane ile Wolverine arasında geçen (ve zamanlama itibariyle aşağılık ve rezilce bulduğum bir flört girişiminin azıcık üzerini eşeleyince Logan’ın karşısında saygıyla eğildiğim) bir diyalog – iki sayfa.. Logan: Selam, dinle.. Neler olduğunu duydum ve sadece --- Mary Jane: Hayır.. Senin dediğin hiçbir şeyi duymak istemiyorum, anladın mı? Onun ve.. Benim hakkımda söylediğin tüm o şeylerden sonra, senin söylediğin hiçbir şeyi duymak istemiyorum! Hiçbir şeyi! Logan: Sadece şunu demek istemiştim.. Artık o.. Eğer bir ara dışarı çıkmak istersen.. Mary Jane: Seni piç! Mary Jane: Benden uzak dur yoksa seni öldürürüm. Yemin ederim, bir yolunu bulurum ve seni öldürürüm! Jarvis: Neler yaşadığını biliyorsun, neler hissettiğini biliyorsun. Hangi akla hizmet bunu --- Logan: Aynen öyle Jarv. B

'Sins Remembered' ya da Straczynski’ye Güzelleme

Resim
Üzerimde son okuduğum Spectacular Spider-Man albümünün baskısı, uzunca bir süredir oturuyorum rahat koltuğumda. Boş gözlerle çizgiroman kütüphaneme bakarken, gelecek bir ilhamla kelimelerimi sıralamayı bekliyorum. Böyle böyle on dakika daha geçiyor, durum umutsuz. Tek bir satır dahi yok ortada. Vazgeçmek üzereyim... ‘Bu hikaye de bana hiç yazma şevki vermedi...’ diyorum yanımda bilgisayarını açmış çalışan eşime. Esasında sohbet başlatma amacı da taşımıyorum, yanıt beklemiyorum, sadece o anki iç sesimin dışa yansıması, düşüncelerimin dudaklarımın arasından kaçması bu. Dinlemediğini düşünüyorken ‘Hikaye ne hakkında?’ diye soruyor birden. Eşim, sayemde Peter Parker’ın alter egosunun Örümcek Adam olduğunu bilecek kadar çizgiroman kültürüne haiz olduğundan diyebiliyorum ki; ‘Peter Parker’ın büyük aşkı rahmetli Gwen Stacy’nin Norman Osborn’dan olma ikizlerinin, ki Osborn Peter’ın en büyük düşmanı olur, hikayesinin ikinci bölü-‘ ‘Sen neler okuyorsun böyle yahu!!!’ diye