Thor: Vikings


Beklentimin gerisinde kalan bir hikaye daha. Beş fasiküllük bir kısa seri için sakız gibi uzatılmış, inişlerin – çıkışların unutulduğu 
tekdüze ilerleyen bir konu. Hikayenin kahramanı mı yoksa esas oğlanın yancısı mı belli olmayan Thor..

Hikaye bir lanete dayanıyor. Milattan sonra 1003 yılında Lord Harald Jaekelsson önderliğindeki vahşi Viking yağmacılar, çoluk çocuk demeden en son sakinine kadar katlettikleri Norveç’in batı sahilindeki bir köyde, hayatta kalan son kişi olan köyün bilgesinin elindeki rün yazılarıyla bezeli büyülü taşla ve kanıyla lanetlenerek bin yıllık bir yolculuğa çıkıyor. Lanet telaffuz edildiğinde bin yıl oldukça uzun bir süre gibi görünse de bininci yılın sonunda, takvimler 2003 yılını gösterirken Viking gemisi nihayet bir türlü varamadığı destinasyonuna, Yeni Dünya’ya ulaşıyor. Ancak bu yolculuk esnasında yenilmez, durdurulamaz, çok güçlü zombilere dönüşen Vikingler bin yıl önce ne yapıyorlarsa bunu bine katlayarak New York’ta kıyıma ve vahşete girişiyorlar. Jaekelsson ısınma mahiyetinde, en ufak bir zorlanma emaresi göstermeden olaya ilk elden müdahil olan Thor’un ciddi ciddi haşatını çıkarıyor ve bileklerinin kırıldığı – kırık kemiklerinin etlerinin altından görüldüğü, hayatının dayağını yemiş Thor’u 
‘Mjolnir’i ile birlikte denize atıyor. Yıkım durmaksızın devam ederken bir süre sonra ve biraz kendini toparlamış bir halde (yüzü – gözü hala dağılmış olsa da en azından an itibariyle ellerini kullanabiliyor) sudan çıkmaya çalışan Thor’u Doctor Strange karşılıyor..



Ve bu noktadan sonra ki ikinci fasikülün ortaları gibi diyebiliriz, zaten birinci fasikülün sondan üçüncü sayfasında ortaya çıkan Thor’un rolü bir nevi figüranlığa dönüşüyor. Artık ipleri eline alan, hikayeyi sürükleyen kişi Stephen Strange. Laneti, lanetin lanetlenenler üzerindeki etkilerini, olası kurtuluş reçetesini, bu yolda onlara yardım edebilecek kişileri bulan hep Strange oluyor. Ondan sonra da gelsin beklenen mutlu son. Tabii onca kıyımdan sonra ne kadar mutlu olunabilirse..

New York’un kesik kafalardan oluşan tepelerini ya da toplu insan kıyımında hayatta bırakılan uzun boyluların neden o an için yaşamasına müsaade edildiğini düşününce şiddet ve vahşet özelinde sanıyorum en uçtaki Garth Ennis hikayesi olmalı ‘Vikings’. Ama bu kadar şiddet bünyeye fazla geliyor. Açık açık resmedilmese de küçücük çocukların katliamı (öldürülmesi değil katliamı), kitlesel tecavüz imaları mide bulandırıyor. Marvel’in MAX konsepti için dahi aşırıya kaçılmış bir albüm olduğunu düşünüyorum ‘Thor: Vikings’in..



Ama bu Strange daha ayakları yere basan, rasyonel bir karakter sergiliyor, ucuz kahramanlık yapmıyor. Çapının bu yağmacılara göre dar kaldığının bilincinde, intihara meyilli olmadığını cesurca ifade edebiliyor. Bu hikayeden aklımın bir kenarına not ettiklerim Doctor Strange’in gerçekten bir insan gibi davranabildiğini, mantıklı sıradan insan tepkileri de verebildiğini gösteren paneller oluyor..



Bu arada İntikamcılar’ın nerede olduğunu, neden olaya müdahale etmediklerini merak ediyorsanız, sinema evrenindeki isimlendirilmeleriyle ‘Yenilmezler’ yenilmiş durumda ve tıbbi müdahale için yalvarır bir haldeler..

Son olarak realistik çizgisiyle Glenn Fabry’nin de iyi bir iş çıkardığını söyleyelim..



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman