Loser!
Not: Bu yazı kesinlikle bir film eleştirisi değildir. Ne haddime! Sadece ve sadece bir filmin, düşünce hızında ve düşünce silsilesinin yoksunluğunda, daldan dala atlayarak bana hissettirdikleridir. Dolayısıyla anlatım gayet zikzaklı, cümleler kopuk kopuk, düşünceler ise bir o kadar tutarsızdır 😏 Kaybeden... Ne kadar sevdiğimiz bir laf değil mi şu? Başkalarını ‘ezik’ olarak nitelendirirken, kendimize ‘kaybeden’liği yakıştırıyoruz değil mi biraz da? Çünkü daha bi’ romantik sanki bu sıfat. Daha bi’ içselleştirilmiş. Daha bi’ rahat kabullenilen. Daha bi' hazmı kolay. Kaybeden... ‘İşte ben, işte benim hayatım’ diyebileceğimiz bir kavram. Acınası çocukluğumuz, sefil gençliğimiz, adalet yoksunu iş hayatımız, kadir – kıymet bilmeyen aile eşrafımız ya da arkadaşlarımız. Şu lanet olası, baskın Ortadoğu kültürümüz hüzne, acıya niye bu kadar tutkun? Neden böyleyiz? Kendime de soruyorum; neden böyleyim? Neden yaşamın mutluluklarını, bunlarla ilgili olanca farkındalığıma rağmen, yüceltmek yeri