Kayıtlar

Temmuz, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Lois olmadan Clark da olmaz ki...

Resim
Yepyeni Bir Gün diyerek, bırakın boşanma veya aldatma ya da yeni bir aşk gibi insani nedenlerle bitirilmeyi, hiç yaşanmamış noktasına getirilen Peter Parker – Mary Jane Watson evliliğinden sonra şimdi sıra Clark Kent – Lois Lane birlikteliğinde... Bildiğiniz üzere 2011 Eylül ayıyla birlikte DC evreni silbaştan başlıyor ve seriler yeniden #1 olarak okurun karşısına çıkıyor. DCNU olarak şifrelenen bu dönüşümle birlikte, 1996 yılından beri evlilik kurumunun güzide bir örneği olan Lois – Clark çiftine de aynı Marvel formülü uygulanıyor : Aslında bu evlilik hiç olmamıştı ki! Ama haklarını vermek lazım, bu noktada yeni bir açılıma gitmişler ve Lois Lane’in koluna yine Daily Planet muhabiri bir sevgili de takmışlar. Hatta abartmışlar Clark’ın ikiliyi Lois’in evinde hafiften uygunsuz bir durumda yakalamasını da sağlamışlar... Kimi ilişki vardır, yüzeyseldir, biliriz ki bir noktada sona erecektir. Misal Emma Frost ve Scott Summers... Kimi ilişki vardır, artık kardeş oldular kıv

Süpermen – Muhammed Ali Karşı Karşıya...

Resim
Bilka nostaljisinden devam... İnternette gezinirken rastladım bu kapağa ve yıllar öncesine döndüm... Bir zamanlar kitaplığımın en büyük ebatlı albümüydü, devasa bir kitaptı... Daha sonra birçok başka albüm gibi elimden kayıp gitmiş... En azından on kez okumuş olmama rağmen hafızamı ne kadar zorlarsam zorlayayım, bırakın ayrıntıları, hikayeyi dahi net olarak hatırlayamıyorum... Mesela kapaktaki Batman’i daha önce farketmemişim... Bilka’nın sayfaları hayalet çizerlere aydınger üzerine çizdirip bunları basma uygulamasını düşünerek, Türkçe baskısının kapaği farklı mıydı acaba diyorum kendi kendime...

Bilka cambazlığı...

Resim
Hey Gidi Bilka... deyince hatırladım! Canım memleketime özgü bir takım yayın hinlikleri vardır... Mesela Tay çizgiromanlarında gördüğümüz, sayfa sayısını tutturmak için bazı karelerden feragat etme... Veya bir dönemin Red Kit’lerinde ve Alfa Yayınları’nın Tenten’lerinde olduğu gibi, az sayfalı frankofon büyük boy bir albümü alıp, karelerin biraz orasından biraz burasından kırparak onu kalın küçük boy bir kitaba dönüştürme... Ya da Bilka’da rastladığımız, orijinal sayfalar yerine bilinmeyen çizerlerin aydınger üzerine kopyaladıkları çizimleri basma... Yukarıda sıraladığım basım hileleri dönem dönem forumlarda ya da çeşitli çizgiroman yazılarında dile getirilir. Ancak Bilka’nın yaptığı diğer bir cambazlıktan bahsedildiğine hiç denk gelmedim... Diyelim ki ‘Comics’ yayınlayacaksınız ama bunu orijinal boyutlarında değil de okuyucunun halihazırda aşina olduğu ‘Fumetti’ basım formatında çıkarmak istiyorsunuz. Ama bu o kadar da kolay değil çünkü ‘Comics’ boyu

Hey Gidi Bilka...

Resim
Bilka Örümcek Adam albümlerinin çok sevdiğim arka kapak kompozisyonları... Bugün baktığımızda hayalet çizerler, genişletilmiş kareler, adı sanı bilinemeyen orijinal yazar - çizer kadrosu, siyah - beyaz baskı falan gibi sürüyle eleştiri sıralayabiliriz ama yine de hakkını vermek lazım: Ne güzel albümlerdi onlar!!! * Vega (Madalyonun Öteki Yüzü) dostumuzun katkılarıyla...

Yalınayak Gen’in Hissettirdikleri...

Resim
Toplama kamplarında Nazi subayları Yahudileri, engellileri, çingeneleri çoluk çocuk demeden odalara doldurur ve bu zavallıları birkaç dakika içinde öldürecek gazı odaya vermeye başlarlar. Odaya pompalanan gaz önce aşağıya çökerek evvela en altta kalanları etkiler ve sonra yavaş yavaş yukarılara doğru yükselir. İnfaz tamamlandıktan sonra gaz odalarının kapıları açıldığında hep aynı manzarayla karşılaşılır. O ceset yığınının en altında bebekler, bebeklerin üzerinde çocuklar, çocukların üzerinde kadınlar ve en üstte de erkekler... Bu çarpıcı gerçek öykü, sadece birkaç saniye daha fazla yaşayabilmek için insanın neler yapabileceğini, insan tabiatının ne kadar acımasız, rezil, bencil olduğunu, hayatta kalma dürtüsünün insanı nasıl hayvanlaştırdığının hikayesidir bir yandan da! İşte Keiji Nakazawa'nın 2. Dünya Savaşı'nda atom bombasıyla safdışı bırakılan Japonya'da yaşanan trajedileri bir çocuk karakter üzerinden karelere döktüğü şaheseri 'Yalınayak Gen’i okurk

Blek’in Öyküsü... Üçüncü ve Son Bölüm

Resim
Kara Korsan Yann olarak Blek’in Fransa adına gösterdiği bu kahramanlıklar ve başarılar karşılıksız kalmayacak, Fransa Kralı tarafından ödüllendirilecektir. Versailles Sarayı’nda katıldığı davette tüm kadınların gözü Blek’in üzerindedir, tıpkı kralın gözdesi olan Kontes La Dubarry gibi... La Dubarry şöyle der Blek’e : ‘Bu gece davetten sonra özel odamda görüşürüz. Bakalım İngilizlere karşı olduğun kadar yetenekli davranacak mısın? Umarım beni hayal kırıklığına uğratmazsın!’ Bak, bak, bak... İşte Blek’in hikayesinde bana ters köşe yaptıran üçüncü yerdir burası! Ne oldu bizim çocuksu ve masumane Essegesse dünyasındaki Blek’imize? Hikayenin bu sayfasında Boston Kalesi hapishanesine bir dönüş yapar çizer ve erotizm göndermeli bu noktada bizlere heyecandan dili dışarı sarkmış, adeta salyaları akan bir Oklitüs ve ‘Devam et, devam et!’ diye Blek’i zorlayan İngiliz askerlerini gösterir. Bu arada İngiliz askerleri de Blek’in dinleyici grubuna dahil olmuştur! Kan basıncı artmış dinle

Blek’in Öyküsü... İkinci Bölüm

Resim
Birinci bölümün sonunda Küçük Yannick’i Kaptan Kernann’ın gemisinde bırakmıştık, kaldığımız yerden devam edelim... Denizlerde geçen 2 yılın sonrasında Yannick artık 13 yaşına gelmiştir. Şiddetli bir fırtınada gemi batar ve Yannick denize düşen ve bayılan Kernann’ın kaçınılmaz sonunu engeller. Geminin parçalarına tutunmayı başaran Yannick, saatler süren bir mücadelenin sonrasında hayatta kalabilmeyi başarmıştır. Kendisini kurataran bu gence minnetini göstermek amacıyla Kaptan Kernann Yannick’e para dolu bir kese verir. Ancak bu para dolu kese bile Baba Leroc ve Yannick arasındaki gerilimi arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Para kesesini babasına veren Yannick hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaşır : babası oğlunun bu parayı çaldığını düşünmekte ve kendisinden bunu sahibine iade etmesini istemektedir. Hayal kırıklığıyla Kernann’ın yanına giden Yannick yine kendini talihsiz olayların içerisinde bulacaktır. Kernann’ın hayatta kalma hikayesini anlattığı sırada Yannick’in bu öy

Blek’in Öyküsü... Birinci Bölüm

Resim
5 Haziran 1777... Boston Kalesi... Kalenin hapishanesinde, mapusluktan kurtulma ümitleri tükenmiş halde kaçınılmaz infazı beklemekte olan Blek, Oklitüs ve Rodi. Kalenin avlusunda gerçekleşecek kıyımla birlikte kırmızı urbalara aman vermeyen isyancı üçlümüzün sonu gelmek üzere. Ölümün böylesine yakın olmasının ağırlığını kaldıramayan Rodi’yi neşelendirmek amacıyla Oklitüs’ün ardarda sıraladığı şaklabanlıkların işe yaramaması üzerine son kozunu oynar Blek, avcıların başına geçene kadarki öyküsünü anlatmaya başlar... Böylece Rodi gibi biz okurlar da EsseGesse (Giovanni Sinchetto, Dario Guzzon ve Pietro Sartoris’in başharflerinden hareketle S.G.S. ve İtalyanca okunuşuyla EsseGesse) kaleminden çıkma onlarca komedi soslu heyecanlı macerasını okuduğumuz ve fakat üretimi Fransızlara kayınca geçmişini öğrenebildiğimiz Blek’in köken hikayesinin heyecanına kaptırırız kendimizi... Yannick Leroc ya da aşina olduğumuz adıyla Blek... Çocukluğumun Çelik Blek’inin (hatta Çelik Bilek’inin)