Incal: Bir Zaman Hatası...
Ve Incal, bu topraklarda yirmi seneyi devirmiş her nostaljik eser gibi, hele bir de yarım bırakılmış olmasından mütevellit, kanayan bir yaraydı Türk çizgiroman okurunun yüreğinde. Okurun ağzına bir parmak bal çalınmış, sonrasında da devamı getirilmeyerek büyük kazık atılmıştı! O ne şahane eserdi! Incal nasıl yarım bırakılırdı! Kahrol İthaki’ydi!!!
Bense değil ana hatlarını, kaba hatlarını bile çoktan unutmuştum hikayenin. Okuduğumdan aklımda kalan; bilimkurgunun, mistisizmin, siyasi entrikaların hicivle harmanlandığı tuhaf ve distopik bir öykü olduğuydu. Ama yaratıcı ekibin isimlerinin büyüklüğünün etkisinde, bu şehir efsanesinin kendi kendini büyüten cazibesine kapılmış bir halde, ‘Yayınlansa keşke de okusam!’ ruh halindeydim.
Sonra çizgiromanın tanrıları duydu bu sesimizi ve Gerekli Şeyler Incal serisini basacağını ilan etti. Mevzu sakıza dönmeden de albümü raflarda gördük. Ve hep bu geçmiş yılların adı konmamış baskısı sebebiyle, çizgiromanda günceli takip etme gibi bir derdim olmamasına rağmen hem satın almada hem de okumada öncelik tanıdığım bir albüm oldu.
Ve sonuç...
Incal yordu - hırpaladı beni; okuması zahmetli, süreç uzun ve isteksizdi. Bilimkurgunun, bilimsel hayal gücünün sınırsızlığı karşısında boynumuz kıldan inceydi ama bu kitabı okurken insan bir noktadan sonra yaka silkiyordu. Çünkü halihazırda zor olan bir öyküde karşıma çıkan her ayağı yere basmayan tabirle hikaye akışında giriftliği besleyen bir dalgalanma oluşuyordu. Ve albümde yeralan uyduruk ve anlamsız - teknolojik, mistik, sosyolojik ve gündelik hayata dair anlaşılmaz tabirlerin yoğunluğunu düşünürsek bu dalgalanma bir türlü durulmuyordu. Sonlara doğru biraz daha kolay takip edilebilir olsa da yarısına kadar beni kıvrandırdı, bir sonraki çeyrekte de bayağı zorladı. Beğenileri farklı ve yüksek çizgiroman okurları dümenindeki Incal taraftarlığının hazin sonucu bu oldu. Daha önce de deneyimlediğim bir durum aslında bu, bir kısım neşriyatın gerçeklerden kopardığımız - hayallerimizde yücelttiğimiz şekliyle kalması muteber olanı. Beğenilerimiz değişirken geçmişin şahanelerinin artık bizde aynı hisleri uyandıramayabileceği ihtimali aklımızın bir köşesinde olmalı...
300 küsur sayfalık kütük gibi, harika bir Gerekli Şeyler edisyonu ama Jodorowsky gibi bir isimden son yılların en keyifsiz, Moebius’un çizgisi de olmasa hiç çekilmeyecek bir okuma deneyimi; işte Incal’a dair tek cümlelik ve gayet kişisel bir özet...
Bu arada, entel – elit – at kuyruklu çizgiroman okur tayfasının tepkisini çekmekten duyulan endişe de bir köşeye not edilmeli. Incal hakkındaki birkaç olumsuz değerlendirmeyi müteakip kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde gelen itiraflardan biri şaşırtıcıydı: ‘Ben İthaki'den çıkan albümü birkaç sene önce okudum ama at kuyruklu tayfanın aforozundan kaçındığımdan beğenmediğimi yazamadım!’. Anlayamıyorum bu durumu açıkçası. Olumlu – olumsuz her görüş, her değerlendirme değerli, öyleyse olumluyu paylaşmak, olumsuzu kendine saklamak niye? En fazla hiçbir şeyi beğenmeyen huysuz ihtiyar etiketi yapışır üzerinize ki pek de bir zararı yok. Tecrübe konuşuyor :)
Yorumlar
Yorum Gönder