İstanbul Odyssey


Geçenlerde okuduğum bir albüm İstanbul Odyssey. Sanırım biraz da arka kapağındaki albüme dair ‘underground’ yüceltmelerinin ve güzellemelerinin etkisinde kalarak aldım. Sırf bu çerçevede değerlendiğimde bizdeki mizah dergileri hikayeciliğinden ve çizgi stilinden çok da farklı bulmadım. Dolayısıyla ya bizim mizah dergisi çizgiromancılığımız ‘underground’ın nitelikli örneklerinden sayılmalı ya da ‘underground’ diye nitelenen sanat akımı düşündüğüm gibi değil kesinlikle. Bana göre ‘underground’, kabul gören tarzın dışında ve hitabettiği nispeten az sayıdaki kişiyi düşünürsek adeta dar zümreye özel bir sanat üretimidir. Dolayısıyla bu tarz üretim, mizah çizgiromancılığının aslında bu ülkedeki en geniş banttan yayın ulaştıran çizgiromancılık olduğunu kabul edersek (ki bana kalırsa etmeliyiz), mevcut haliyle ülkemiz için underground olmaktan çıkmış, normalleşmiştir.

Çelişki de işte tam bu noktadadır. 'İyi midir - kötü müdür?' tartışmasından önce asıl 'Doğu Yürür, bu tarzıyla literatüre gerçekten 'underground' bir albüm mü kazandırmıştır?'ın yanıtının aranması gerekmektedir. Bana kalırsa yanıt olumsuz. Tabi bu yargım, benim ‘underground’ı çok yanlış anlamamdan da kaynaklanıyor olabilir...

İstanbul Odyssey’i, tam da ‘artık normalin yerini alan’ bu çizim stili yüzünden sevemedim...




Hikaye de, dediğim gibi yine mizah dergiciliğinin bir uzantısı. Yeni ya da çarpıcı birşeyler anlatmıyor. 90’larda okuduğum Leman’ların sıklıkla resmettiği İstanbul’un karanlık yüzüne dair benzer hikayelerinin bir uzantısı...

Ki dönemin bolca küfre ve bolca sekse bulanmış bu hikayelerinden sıkılıp uzaklaşmıştım o tür neşriyattan...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman