Kick-Ass...



Kick-Ass

‘Hafızayı beşer nisyan ile maluldür’ der ya eskiler, bu maluliyetin yoğun mağdurlarından olan ben de şu sıralar, bir yandan Kick-Ass albümünü yeniden okurken bir yandan da hikaye neden bu kadar seviliyor diye düşünüyorum...

‘Tüm zamanların en iyi süper kahraman çizgiromanı’ olarak lanse edilmesi biraz iddialı olsa da Kick-Ass için en iyilerinden birisi demek yanlış olmaz. Öncelikle şunu netleştirmek gerekiyor: Bir süper kahraman çizgiromanı mı bu? Kick-Ass karakteri özelinde düşünürsek değil. Ancak... On yaşında bir bebenin, ne kadar iyi eğitilmiş olursa olsun, bir suç lordunu ve çetesini kılıçtan geçirmesi en az New York gökdelenleri arasında ağ sağlayan bir kostümlü kadar inanılmaz ve gerçekdışı. Dolayısıyla evet, bu bir süper kahraman hikayesi. Ama süper kahramanı Hit-Girl olan bir hikaye. Yoksa olağan olan, ‘Kıçınızı tekmelemeye geldim!’ diyerek sokak çetelerine dalan sıradan – donanımsız – deneyimsiz birisinin başına gelmesi gerektiği üzere Dave’in her seferinde ağzının – yüzünün dağılması...

Peki neden Kick-Ass, nedir bu ilginin sebebi, nerede fark yaratıyor?

Bir ‘geek’in imkansız bir şeye soyunması, üzerine bir kostüm geçirip süper kahramancılık oynaması olamaz bu beğeninin kaynağı; trajikomik bir ruhsal durum bu kadar ilgi çekemez. Ya da on yaşında psikopatlaştırılmış bir kızın cinayetleri böylesi taraftar toplayamaz...

Hit-Girl

Aslında çok sağlam bir tema seri katil kız çocuğu: masumiyetle özdeşleşen çocuk gibi bir simgenin şeytanın ta kendisi çıkması sarsacaktır illa ki. İsmini hatırlayamadığım bir film geliyor hatırıma, yaşanan felaketler ve ölümler sonrası olayı araştıran detektifin sonunda beyin gücüyle herşeyi yapabilen bir çocuğa ulaşmasını (son sahnede yanlış hatırlamıyorsam bir uçağı düşürmek üzereydi) on yaşındaki halimle nasıl korkarak izlediğimi unutamam. Dikkatinizi çekerim, filmi değil korkuyu unutamam. Peki ya ‘Hayvan Mezarlığı’nda ölümden geri gelen küçük Gage Creed’in cinayetleri? Açıkçası beni yerimden zıplatmıştı. Veya Dylan Dog sayfalarında karşılaştığımız eli palalı küçük kızlar. Evet, katil çocuk sağlam olmasına sağlam bir temadır ama en nihayetinde bir korku temasıdır. Kick-Ass ise bundan çok farklı bir genre...

Bu hikayede temel sürükleyici ‘kaybeden olma’ hali. Millar hikaye boyunca gayet başarılı bir şekilde inişler – çıkışlar yaşatsa da genel çerçevede ‘loser’lık tekdüze ilerliyor...

Mesela Kick-Ass’in nam salmasıyla birlikte özgüven geliştiren Dave’in ‘savaş yaraları’nın karşı konulamaz azameti, bir arkadaşının ‘Tüm okul bunların gay olduğun için başına geldiğini düşünüyor!’ sözüyle darmadağın oluyor... Dave, sen bir ‘loser’sın dostum, haddini bil!

Mesela olanca içtenliğiyle Katie Deauxma’ya açılan Dave’in, tüm o güzel açıklamaları sonrasında yükselen masumane ‘Şimdi boynuma sarılacak’ öngörüsü (ki okurda da bu beklenti oluşuyor aslında), Katie’den gelen o şiddetli öfke şeklinde vuku bulan tepkiyle alaşağı oluyor... Kaybedenler kulübünde yerin her daim sapasağlam duruyor Dave adamım!

Katie Deauxma'nın ters köşesi

Mark Millar o kadar acımasız ki takip eden birkaç panelde yeniyetme, yaşının gereği hormonları coşmuş Dave’i değil de babası James Lizewski’yi bir hatunla halvet haldeyken Dave’e yakalatıyor. Hatta Millar hızını alamıyor, ümitsiz aşk ve hüsran Katie’nin bu platformda anlatamayacağım haldeki pozlarının bir şekilde Dave’in eline geçmesini sağlıyor...

Çok insafsız bir yazar şu Mark Millar, karakterin psikolojisine fazlasıyla oynuyor ve darbe üstüne darbe indirmekten adeta zevk alıyor...

Ve okuru şaşırtmayı iyi beceriyor...

Sanıyorum bu öykünün sırrı insan doğasının o ‘iş arkadaşımın terfisine ne kadar seviniyorum bak!’ ikiyüzlülüğünde ya da sıra arkadaşının teşekkür belgesine hasetle bakmakta olan kısmıyla ilgili. ‘Tanrım beni zayıflatamıyorsan bari arkadaşlarımı şişmanlat’ acımasızlığında gizli. Düşene gülme sendromu bu. Küçük kaybeden Peter Parker’ın gündelik dertleriyle kendisi arasında koşutluk kuran okurun, büyük kaybeden Dave Lizewski’ye bakıp kendi durumuna şükretme hali. İçsel ezikliğini, hayata karşı hissettiği yetersizliği kotaran bir savunma mekanizması...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman