Incubi...


10 - 11 yaşlarındaydım sanıyorum. Babamın serbest mali müşavirlik yaptığı bir ofisi vardı ve tüm ısrarlı ‘Gitmek istemiyorum, orada çok sıkılıyorum!’ direnmelerime rağmen bazı cumartesiler beni de peşinden sürüklerdi işyerine... Yapacak hiçbir şey bulamazdım orada, dakikalar geçmek bilmezdi, gün tükenirken ben de tükendiğimi hissederdim...



O zamanlar da çizgiroman okumasına okuyorum ama Bilka’nın Örümcek Adam’ını, Süpermen’ini seviyorum ben. Her boyutundan Red Kit okuyorum, renkli renkli Asteriks’lerden keyif alıyorum. Çizgiromanlarımı aldığım Ethemefendi’deki gazete bayisinde ya da köşedeki bakkalda Zagor da takılıyor zaman zaman gözüme ama sayfalarını karıştırdığımda karanlık geliyor çizimleri, boğuyor beni. Aslında ağırlıklı comics okuru olan bana yakın olmalı: Amerikan tarzına uygun olacak şekilde bir kostümü var, göğsündeki amblemi bile unutulmamış. Hatta süper kahraman diye yazmışlar üzerine. Lakin bende albeni yaratmıyor bir türlü, sadece sayfalarına hızlısından göz atmakla yetiniyorum. Bu şekildeki albüm sayfalarını karıştırma denemelerinin birkaçından sonra da ‘Bana göre değil’ deyip Zagor’la olan münasebetimi başlamadan bitiriyorum. Daha o zamanlar fumettiymiş, comicsmiş, frankofonmuş, bunların ayırdında falan değilim. Benim için Amerika’da geçen tüm çizgiromanlar Amerikan... Teksas Amerikan, Tommiks tabi ki Amerikan, Zagor has Amerikan... Ama nedense o kadar Amerikan durmasına rağmen Bonelli ismini dahi bilmeden tüm Bonelli’ye uzak duruyorum...

Neyse yine babamın ofise döneyim... Ofisin mutfağının girişinde, ciddi dünyevi işlerden uzak bir yere konumlandırılmış, o eski tip camlı metal ofis dolabının içerisinde de bir Zagor fasikülü vardı. Bende de Zagor’a burun kıvırma hali var ya, olanca üfleyip püflememe rağmen o sıkıcı çizimlerle dolu Zagor’u almıyorum oradan. Karşılıklı bakışıyoruz sadece. O da arada bir...



Derken bir gün, herhalde çok derin bir ümitsizlik, sıkıntı ve depresyon anında, ‘Bundan kötü olamaz!’ deyip başladım Zagor’u okumaya. Hafif tempolu güzel bir giriş, devamında yükselen tansiyon ve tempo. İngiliz aristokrat bir ağabey – kardeşin hikayesi: Hindistan’da bir lanet yüzünden kaplan insan melezi bir yaratığa dönüşen bir kardeş ve bu şartlar altında dahi onu himaye etmeye çalışan, gizlenmek için Darkwood’a gelen bir ağabey... Nasıl güzel, nasıl sürükleyici, nasıl fantastik bir öykü, elimden bırakamıyorum bir türlü...

O 98 sayfa su gibi akıyor ve albümün son sayfasına geliyorum. Ama hikaye bitmiyor, merak içerisindeki ben, bir sonraki albüm var mı diye dolabı köşe bucak arıyorum... Lakin nafile! Hikayenin sonunu okumak için 25 sene kadar beklemem gerekiyor :)

O kadar sürükleyici gelmesine rağmen yine de Zagor’a başlayamamıştım. Tay Yayınları’ının Zagor albümlerine biçtiği bedel bana pahalı gelirdi, o dönemki ilkokul öğrencisi harçlığımdan Zagor’a pay kalmazdı. Zagor’un hayatıma girmesi nispeten bolluk yaşadığım ortaokul dönemime denk gelir. Kaptan Fishleg, Ramath, Kazmakürek Bill, La Plume ile açıldığım fantastik ufuklara o kadar hızlı kaptırmıştım ki kendimi, Zagor’un yeni sayısının çıkmasına daha bir hafta varken ‘Belki gelmiştir!’ umuduyla her gün okul dönüşü bakkalın yayın raflarını karıştırır olmuştum...



Zagor’a başlamamın üzerinden çok fazla geçmeden Zagor’un (ve hatta yazar Sclavi’nin de diyebilirim) zirve yaptığı bir hikaye başladı : Kabus... Hikaye dersem haksızlık etmiş olurum, Amerikalıların tabiriyle ‘saga’ desek daha doğru bir karşılık olacak ‘Kabus’ için... Alternatif gerçeklik, karakterlere dair alaşağı edilen ezberler, ölüm ve ölüm sonrası, hikayeye dahil olan bir tanrı: Kiki Manitu, tüm bunları dehşet bir hikayeyle harmanlayan Sclavi ve bu dehşetle birebir örtüşen karanlık çizgileriyle büyük üstad Ferri... Zagor’u daha yeni yeni tanıyor, hikayedeki yan karakterlerin çoğunun geçmisini bilmiyor olmama rağmen ağzım açık okuduğumu, devamını görebilmek için gün saydığımı hatırlıyorum...

Bir kıyımda elimden uçan bu Zagor albümlerini ve Kabus’u seneler sonra tekrar okumak istediğimde sahaflarda bulamamıştım bu hikayeyi. Lakin artık öyle değil...

Her ne kadar kalitesizlik ve diyalog yetersizliği sebebiyle eleştiri oklarını her fırsatta yöneltsem de bu noktada Lal’e hakkını teslim etmek lazım. Lal, Zagor ve Martin Mystere ve Mister No severler için hiç bir yayıncının yapamadığı gerçekleştiriyor Klasik Maceralar serileriyle... Lal dönemine değin hikayeleri karman çorman, belirli bir sıra gözetmeksizin yayınlanmış bu sevilen karakterleri orijinal birinci sayılarından alıp buralara kadar getirdiler, belli ki ötelere de taşımaya kararlılar. Yıllar önce ‘Acaba bir gün yeniden okuma şansım olur mu!’ diye hayıflandığım, tüm zamanların en iyi Zagor hikayesi olan ‘Kabus’u (Incubi) ellerime almama sayılı gün kaldı. Orijinal 275. sayıyla başlayan bu müthiş hikaye, Klasik Maceralar dizisinin 2012’nin Haziran ayında yayınlanacak olan 71. cildinde yer alacak ve 72. ciltte sona erecek...

Orijinal 275. sayı 1988’in Haziran ayında yayınlanmış ve 'Kabus' sagası Kasım 1988’de yayınlanan 280. sayıyla son bulmuş. Bu sayıların Tay Yayınları tarafından yayınlandığı yılın 1990 veya 1991 olduğunu (yanlışım varsa lütfen düzeltin!) tahmin ediyorum. İlginçtir, Zagor’un bol tekrarlı Tay döneminde bir daha da basılmamış bu saga... Yeniden okuduğumda üzerinden 20 yıl geçmiş olacak ve biliyorum ki en az o zaman aldığım keyfi alacağım...

Zagor’un tepe noktasıdır ‘Kabus’...

Ardılları bu seviyeye yaklaşamamıştır...

Ve bu noktada Zagor defterini kapatsak yeridir...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...