Ersin Karabulut’tan ‘Sevgili Günlük’ ve ‘Sandık İçi’

Sevgili Günlük - Ersin Karabulut

Mizah dergilerini takip etmeyen benim gibiler müthiş yetenekli çizgiromancıların da farkında olamıyor maalesef. Ancak dergilerdeki çalışmalarından derlenen albümleri çıkar da açıp karıştırırsak, ‘Çizimler güzelmiş, okumak lazım!’ dersek tanıyabiliyoruz bu sanatçıları. Ersin Karabulut’la tanışıklığım da bu şekilde oldu. Önce ‘Sevgili Günlük’ü okudum, çok beğendim, bunun üzerine ‘Sandık İçi’ne saldırdım.

Soluksuz okuduğum ‘Sevgili Günlük’ hayatının bir bölümünü hatırlayamayan bir kızın, Figen’in hikayesi... Aşk, takıntılı bir tutku, şiddet ve trajedi içeren güçlü bir öykü... Sayfalar ilerledikçe okuyucu, o karanlık dönemin ipuçlarını, Figen’den bağımsız olarak elde etmeye başlıyor, adım adım o sürecin gelişimini izliyor ve albümün bittiği noktada hikayenin bitmediğini, Figen bilmese de nasıl bir döngü içerisine çekildiğini, asıl finalin nasıl gerçekleşeceğini bilir bir konuma geliyor. O kadar korunmasız, o kadar savunmasız ki Figen, okurun boğazı tam bu anda düğümleniyor...


Sandık İçi - Ersin Karabulut
Kendi kaleminden kendisini başrole koyduğu ‘Sandık İçi’nde, Ersin Karabulut anılarını, yaşanmışlarını, ilişkilerini, çocukluğunu, okul yıllarını, ailesini, arkadaşlarını, yalnızlığını, geçmişinden ve bugününden küçücük ayrıntıları biraz manik depresif bir tutumla ama o bir sayfalık öykülerinin arasına sıkıştırdığı mizahla birlikte okuyucularıyla paylaşıyor. O kareyi çizerkenki ruh haline göre karşımıza bazen kambur, eciş bücüş, bazen de yakışıklı ve alımlı Ersin olarak çıkıyor. Okurların ‘Bunlar gerçekten yaşandı mı?’ sorularına yine kendi ağzından konuşma balonlarıyla yanıt veriyor... Tıpkı kendisini yalnızı, itilmişi, eziği oynayıp duygu sömürüsü yapmakla suçlayanlara yaptığı gibi...

Okurlarının ‘Tıpkı ben...’ klişesine düştüğünü söyleyebilecek kadar içten...

Yapılan eleştiriler sebebiyle sandığını kapatmayı düşündüğünü belirtecek kadar doğal...

Altına yapmasını hikaye edebilecek kadar samimi...

Yine Sandık İçi’nden, yine kendi ağzından çizgiroman üzerine düşündükleri :

‘... ve tabii ki Türkiye’de çizgiroman okuyucuları, o ucuz kağıdı, o kağıdın dokusunu, kokusunu öyle benimsediler ki, onlara yeni birşey okutmak için beklentileri doğrultusunda ve duygularına önem verir bir şekilde sunmanız gerekir çizgiromanlarınızı... Aksi takdirde yapıtlarınız ne kadar nitelikli olursa olsun, çok elit bir tabakanın altına inme fırsatı bulamayacaktır...”


Not : Bu yazı ilk olarak http://www.altinmadalyon.com/ sitesinde tarafımca kaleme alınmıştır.

Yorumlar

  1. selam pizagor

    bloğunuz hayırlı olsun.. hemen sevdiğim bloglara ekliyeceğim ve sürekli takip edeceğim:)

    ersin karabulut'u ben de çok severim. sandık içi elimin altında ama sevgili günlüğü duymamıştım.
    arayayım.. bulayım...
    bilgilendirme için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim sevgili Hayal Kahvem...

    Tesadüflerin insan hayatının önemli devinim sağlayıcılarından birisi olduğunu düşünürüm. ‘Sevgili Günlük’ albümüyle karşılaştığım çizgiromanevine bir gün geç gitseydim belki de o son kopyanın yerinde yeller esiyor olacaktı ve ben bu değerle tanışmamış olacaktım. Şimdi bunun ne büyük kayıp olacağını düşünüyorum açıkçası...

    Bu arada takipçileri için bir not : Leman’ın 1000. Sayısında, hiç Leman için çizmemiş olmasına rağmen, kendisine bir köşe ayrılmış...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...