Dublörün Dilemması...
Okurken aklımda hep o sahne vardı.. Ertem Eğilmez’in ‘Arabesk’inden.. Binbir acının ve derdin çocuğu Şener (Şener Şen) çöllerde yoğun arabesk bir tınıyla tanrıya yalvarmaktadır:
Allahım kör et beni
Aksın gözümün nuru aksın
Bundan sonra kör baksın
Bilirsiniz, şarkı biterken mucize gerçekleşir, Şener’in dileği yerine gelmiştir ve beyaz gözlerle kameraya görüntü veren büyük oyuncu kör kaldığı için müteşekkirdir:
‘Allahım görmüyorum. Sana çok şükür görmüyorum. Kör oldum.’
İyi mi yoksa kötü mü, yorumlamakta zorlandığım bir filmdir Arabesk. Absürdün kıyaslama kabul etmeyen bir yapısı var en nihayetinde; gerçekçi bir filmle karşılaştırmak türün kendisi gibi absürt kaçacağı gibi absürdü bir diğer absürt ile kıyaslamak da rasyonelle katman katman şekillenmiş zihinlerimiz için anlamlı olmaz. Ben kolay yolu seçenlerdenim: Absürt eğer komediyse eğlenip eğlenmediğime bakarım, tebessüm endeksime göre notlarım..
Pekiyi ya bu absürt 'Dublörün Dilemması' durumunda olduğu üzere komedi olmaktan uzaksa!!!
Ellerimin arasından geçen, bilimkurgusundan korkusuna, alternatif tarihinden fantastiğine, polisiyesinden romantiğine onlarca kitaba rağmen absürt bir yazınla ilk hesaplaşmam bu. Sanırım berabere kaldık, ne o bana anlatmak istediklerini tam aktarabildi, ne de ben onu iz bırakmamacasına kafamdan silebildim..
Evet, Dublörün Dilemması'nı yadırgadım, hem de o kadar ‘bir kısmı arak da olsa’ zihin açıcı felsefi çıkarımlarına rağmen. Bunun altında yatan neden de Murat Menteş'in absürtlüğü ziyadesiyle kullanması. Genel için konuşursam kıvamında absürt –ne bileyim hikaye akışını değiştiren birkaç saçma sıradışı gelişme- göze batmazdı da, bu kitap özeline döneyim, değil sadece olay örgüsü, karakter isimleri düzeyine kadar inmiş absürt, bir noktadan sonra okuma konsantrasyonumu bozdu, kitaba devamlılığımı olumsuz etkiledi. Çıplak Silah ya da Uçak filmlerinde olduğu gibi şimdi nasıl bir gariplik yaşanacak beklentisiyle okudum açıkçası. Dolayısıyla tam bir bağlanma, herhangi bir karakterle özdeşleşme, bir benimseme de yaratamadı üzerimde. Bir de şu var ki o zamanki kolay beğenen halimle ağzımı kapatamadan izlediğim Çıplak Silah ve Uçak filmleri gibi de değildi bu kitap. Arada bir tebessüm ettirdi ama yoğun olarak bir polisiye okuyormuş gibiydim..
Dikkatsiz – üstünkörü okumaya müsait bir yapısı olan ama dikkatli okuma isteyen bir kitap ‘Dublörün Dilemması’. Ayrıntı olarak nitelenebilecek bölümlerin bir yerde karşınıza çıkması çok olası. Bilin ki hikaye farklı karakterlerin gözlerinden aktarılıyor, ayrıntılar bir diğerinin nazarında önem kazanıyor..
Dublörün Dilemması'nı ‘Saçmalık bu!’ diyerek henüz yarılamadan dönmemek üzere bir köşeye atan da olmuştur, farklılığına – özgünlüğüne kapılıp başucu kitabı yapan da. Bense araftayım..
--------------
Gelelim ‘Dublörün Dilemması’nın çizgiromanla defalarca çakıştığı yerlere..
Öncelikle doğrudan okuduğum baskının özellikle arka kapağı; çizgiyle dopdolu bir tasarım var karşımda. Sonrasında mesela bir ‘27 Bin Yıllık Fetret Devri’ bölümü yazılmış ki sayfalar süren bu kısım sadece çizgiromana adanmış. Şimdi hepsini buraya alsam kitapların hemen künyesi civarında yer alan o ‘tanıtma amaçlı olarak kısa alıntılar yapılabilir’ ifadesini zorlamış hatta ihlal etmiş olurum..
Lakin belli ki Murat Menteş bir çizgiroman sevdalısı..
Çizgiromana dair diğer ifadeleri sıralamam gerekirse:
Gözleri bir an kravatımdaki Kızılmaske desenine takıldı, ardından, patlamış bir greyfurta benzeyen suratıma baktı. Şaşkın görünüyordu. Ani bir kararla ‘Hayır,’ dedi.
Sudan çıkmış bir balığın kurumlu ağzıyla ‘Beni kırmamak için böyle söylüyorsunuz?’ dedim.
Cüretimden ziyade albinoluğuma denk geldiğini fark etmeme yetecek kadar anlamlı bir tereddütten sonra yine ‘Hayır,’ dedi.
Biri boynuma enjektörle tımarhane sıvısı boşaltıyormuş gibi yavaşça kapatıp açtım gözlerimi. Ve kanla dolu bir siperde vurulmuş gibi düşmeden önce, acizce fakat kesin konuştum: ‘Horlarsam.. horlarsam burnumu tutar mısınız? Burnumu.. tutar mısınız lütfennn?.. Burnumuuummm..’
Pembe burnumu kravatımla sildim. Bu barbarlığımı robotsu bir centilmenlikle kayıtlı bir soğukkanlılıkla karşılayan Kızılmaske bana: ‘Felaketin her an ve her yönden gelebileceğini anlarsan, kendini beğenmişliğinden kaynaklanan şimdi ve buraya ilişkin teessüfünden uzaklaşabilecek kadar hızlanırsın,’ dedi.
İbrahim Kurban, hazırladığı hamura yağlı bir sıvı ekliyor. Sonra, ters duran koca bir tavuk yumurtasına benzeyen bir cismi bu hamurla sıvıyor. Elastik bir cetvelle sağını solunu ölçtüğü cismin çevresine seyrek bir biçimde incecik teller örüyor. O uğraşıp dururken ben de kahvemi içip Metropoldeki Sufi adlı kitabı karıştırıyorum. Ardından, Örümcek Adam’ın 11 Eylül 2001’deki uçaklı saldırıları konu eden macerasını okuyorum. Tek kelimeyle berbat. Örümcek Adam, bunak bir bar şarkıcısı duyarlılığıyla Amerika’ya hem ağıt yakıyor hem de mersiye söylüyor.
Ve en sona en sevdiğim kısım.. Hem Tolkienli, hem çizgiromanlardan da bildiğimiz bir Kızılderili kahramanlı, hem de çok eğlenceli..
‘Biliyor musun Hobbit?’ [Bana ‘Hobbit’ der.]
‘Neyi?’
'Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz yerde duygulanmak ve duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar.’ Ve yanağımı öpüyor.
‘Bir gözlük almalısın Geronimo.’ [Geronimo: Hacer Ceren’in lakabı.]
‘Neden?’
‘Her defasında dudaklarımı ıskalıyorsun.’
Çizgiromana dair diğer ifadeleri sıralamam gerekirse:
Gözleri bir an kravatımdaki Kızılmaske desenine takıldı, ardından, patlamış bir greyfurta benzeyen suratıma baktı. Şaşkın görünüyordu. Ani bir kararla ‘Hayır,’ dedi.
Sudan çıkmış bir balığın kurumlu ağzıyla ‘Beni kırmamak için böyle söylüyorsunuz?’ dedim.
Cüretimden ziyade albinoluğuma denk geldiğini fark etmeme yetecek kadar anlamlı bir tereddütten sonra yine ‘Hayır,’ dedi.
Biri boynuma enjektörle tımarhane sıvısı boşaltıyormuş gibi yavaşça kapatıp açtım gözlerimi. Ve kanla dolu bir siperde vurulmuş gibi düşmeden önce, acizce fakat kesin konuştum: ‘Horlarsam.. horlarsam burnumu tutar mısınız? Burnumu.. tutar mısınız lütfennn?.. Burnumuuummm..’
Pembe burnumu kravatımla sildim. Bu barbarlığımı robotsu bir centilmenlikle kayıtlı bir soğukkanlılıkla karşılayan Kızılmaske bana: ‘Felaketin her an ve her yönden gelebileceğini anlarsan, kendini beğenmişliğinden kaynaklanan şimdi ve buraya ilişkin teessüfünden uzaklaşabilecek kadar hızlanırsın,’ dedi.
İbrahim Kurban, hazırladığı hamura yağlı bir sıvı ekliyor. Sonra, ters duran koca bir tavuk yumurtasına benzeyen bir cismi bu hamurla sıvıyor. Elastik bir cetvelle sağını solunu ölçtüğü cismin çevresine seyrek bir biçimde incecik teller örüyor. O uğraşıp dururken ben de kahvemi içip Metropoldeki Sufi adlı kitabı karıştırıyorum. Ardından, Örümcek Adam’ın 11 Eylül 2001’deki uçaklı saldırıları konu eden macerasını okuyorum. Tek kelimeyle berbat. Örümcek Adam, bunak bir bar şarkıcısı duyarlılığıyla Amerika’ya hem ağıt yakıyor hem de mersiye söylüyor.
Ve en sona en sevdiğim kısım.. Hem Tolkienli, hem çizgiromanlardan da bildiğimiz bir Kızılderili kahramanlı, hem de çok eğlenceli..
‘Biliyor musun Hobbit?’ [Bana ‘Hobbit’ der.]
‘Neyi?’
'Yanılgılarımızın çoğu, düşüneceğimiz yerde duygulanmak ve duygulanacağımız yerde düşünmekten doğar.’ Ve yanağımı öpüyor.
‘Bir gözlük almalısın Geronimo.’ [Geronimo: Hacer Ceren’in lakabı.]
‘Neden?’
‘Her defasında dudaklarımı ıskalıyorsun.’
Yazıda bahsettiğim '27 Bin Yıllık Fetret Devri' bölümü özellikle Martin Mystere referanslarıyla dolu. Ancak işin tuhafı, her ne kadar karakterin uzmanı olmasam da, referans verilen macera adları bana hiç tanıdık gelmedi. Burada yazar ya kendi kurgusunda Martin'i kullanırken serbestçe davranmayı tercih etmiş ya da İtalya'da bolca yapıldığı üzere fumetto karakterleri üzerine yazılan neredeyse akademik nitelikli incelemelerden birisini kullanırken tercümanın azizliğine uğramış. Lakin böylesi bir hayalgücü için ilk belirttiğim olmalı...
YanıtlaSilDublörün Dilemması için absürt romanla ilk flörtüm demiştim ama sonra aklıma China Mieville ve Kraken geldi...
YanıtlaSil