İçinden Çizgiroman Geçen Roman: Kara Kule – Üç’ün Çekilişi


Kara Kule serisinin an itibariyle birinci kitabını bitirdim ve sevenlerinin neden bu kadar övdüğünü inanın anlayamadım..


Stephen King bomba gibi başlangıçlarıyla insanı daha ilk temasta kavrayan, sonrasında bu merak duygusunun üzerini biraz daha inşa ederek kopmanın mümkün olmadığı kitaplarıyla ünlüdür. Misal Hayvan Mezarlığı, daha o giriş alır götürür okuru. Birkaç on sayfa sonra, okuduğunuzda eğer bir çocuksanız, yattığınızda merdivenlerden taze dirilmiş birinin çıktığını hayal edersiniz, uyku tutmaz. Misal Mahşer, o kallavi kitabı okuyorsanız, daha ilk sayfalarda gözünüzün önüne bambaşka zorunlu seyreltilmiş bir dünya atmosferi çizilir, apokalipsten hayatta kalanların bunu sürdürebilme çabası, iyi - kötü tarafların netleşmesi falan filan derken elinizden bırakamadan devam eder, sona erdirirsiniz..

Kara Kule ise hiç böyle değil, son derece zayıf bir başlangıç, ağır bir tempo, bu yeni dünyayla ilgili çok az tüyo, günümüz dünyasına yapılan bağlantılarla merak yaratmaya ve ayakta durmayan çalışan bir kurgu, bir de güya mutlak gerçeğin saklı olduğu bir kule. Dil de özellikle en başlarda fazlasıyla basit, sonra sonra kendini bir miktar topluyor. Açıkçası bence bu Stephen King değil, belki bu serinin birinci kitabını henüz taze yazarken yazmış olmasından belki de beklentimin yüksek olmasından.

Serinin tüm kitaplarını aldığım için okumaya devam edeceğim ama bu devam kararında bol miktarda mecburiyet de var. Umuyorum sonraki kitapta tempo biraz daha yükseliyordur.

Notum 6/10, geçen senenin hayal kırıklığı Marslı'dan biraz daha hallice :)


Stephen King’in ‘Magnum Opus’u olarak kabul edilen ‘Kara Kule’ serisinin birinci kitabını okuduktan sonraki düşüncelerim bu şekildeydi.

Beğenimin düşük olduğunu belirtmem üzerine Stephen King’in yılmaz savunucuları olan arkadaşlarla kitap üzerine yaptığımız tartışmalarda bana en büyük desteği yine yazarın kendisi verdi. Serinin ikinci kitabı olan Üç’ün Çekilişi’nin sonsözünde şöyle bir itirafta bulunmuş üstad:

Kara Kule dizisinin ilk kitabı, benim en iyi bilinen öykülerime benzememesine karşın, büyük kabul gördü. Bundan ötürü biraz şaşkınlık ve kitabı okuyup beğenenlere gönül borcu duyuyorum.

Kabul etmek gerekir ki ikinci kitapla birlikte dahil olan yeni karakterler sayesinde hikaye ve anlatı bir miktar kendini toparladı, ilginçleşmeye başladı. Ama çok da değil açıkçası, elimden bırakamamak derecesinde bir kendini kaptırma beğeni ölçütlerimde önemli bir kalemse, serinin üçüncü kitabına geçmeden önce sadece tek kitap olarak vermeyi planladığım aranın şimdiden ikiye çıkması bu bağlamda olumsuz bir durum oluyor haliyle. Not yükseltmesine (an itibariyle 7.5/10) de gittiğime göre yarıda bırakmayacağım ama soru şu ki ne zaman?

İkinci kitaptan not aldığım çizgiroman göndermeleri ise şu şekilde..

Charlie Brown ve Lucy
Onunla Henry arasındaki sorun, gazetelerdeki seri karikatür kahramanları Charlie Brown ile Lucy’ye benzemelerinde yatıyordu. Aralarındaki tek fark, Henry’nin futbol maçı seyretmeye düşkün oluşuna karşın, Eddie’nin arada sırada futbol topuna bir tekme atmasındaydı. Eddie eroin alıp da yarı bilinçsizlik durumlarından birine düştüğünde Charles Schultz’a bir mektup yazması gerektiğini bile düşünmüştü. Mektubuna şöyle başlayacaktı: Sayın Bay Charles Schultz. Siz HER ZAMAN Lucy’nin son anda golü kurtarmasıyla bahsi kaybettiriyorsunuz. Arada bir o kız da gol yemeli. Hiç değilse ayda birkaç kez bu böyle olmalı. Biliyorsunuz, beni anladınız değil mi? Bu böyle olursa GERÇEKTEN iyi olacaktır. Değil mi?

-----

Ve bolca ‘Süpermen’..




Eddie gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. İlk kararı, onları koparır yırtar gibi çözmekti. Aynen, bir demiryolu hattı üzerine bağlı durumdaki Lois Lane’e, Clark Kent’in yaptığı gibi..

-----

Hostes Susy mırıldandı. ‘Karşımızda Delta Havayolları’nın büyük jetleriyle olasılıkla bir daha uçamayacak bir kadın var.’
McDonald, ‘Lanet olası yaşlı kadın Süpermen giysileri giyinip uçsa bile şu anda beni ilgilendirmiyor,’ diyerek sordu. ‘Bu kadın sonuncu yolcu muydu?’


-----

Yeniden yürümeye başladılar ve güneşin alt ucu ufka değmeden tam bir saat yürümüşlerdi. O anda Eddie Dean uzakta belli belirsiz, parıldayan, tanımlanamayan ama kesinlikle var olan bir şeyi gördü. Bu ona göre yeni bir şeydi.
Genç adam, ‘Tamam,’ diyerek ekledi. ‘Onu görüyorum. Bende de Süpermen’inki gibi gözler olmalı.’
‘Kiminki gibi?’


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...