İçinden Çizgiroman Geçen Roman: Marslı


Farklı farklı platformlarda kopyala-yapıştır cümlelerle ‘Marslı’nın Goodreads’in 2014 yılı bilimkurgu şampiyonu olarak gösterilmesi gözüme çarpıyordu. Goodreads bu, roman aleminin bir nevi imdb’si, haliyle kayıtsız kalamadım. Sonrasında kitabı eş zamanlı okuduğum bir çizgiromancı dostumla (ki kendisi tommikser olarak bilinir) aramızda geçen Altın Madalyon'daki tatlı atışmalı yazışmalardan keyifli bir inceleme ortaya çıktı diye düşünüyorum. Hem de iki taraflı; bir beğenenin bir de pek beğenmeyenin gözünden..


23 Aralık – İlk sayfalar, ilk heyecan – pizagor :

Dün başladım okumaya, keyifli gidiyor. Weir'in yazım dili akıcı, kesinlikle derin değil. Yazar bir yazılım mühendisi imiş ve bir mühendisten bekleneceği şekilde bir dolu kısaltma ve teknik bilgi var kitabında. Kısaltmalara kısa sürede alışılıyor. Karakteri de bir miktar matrak olarak çizmiş.


25 Aralık – Sayfalar ilerliyor, tanışıklık artıyor – pizagor :

Hikaye hızla ilerliyor da kitabın aceleye geldiği içerdiği yazım yanlışlarından belli oluyor. Doğru düzgün bir son okuma ve düzeltmeden geçmediği için açıkçası bu yanlışlarla okuma keyfimi kaçırıyor.

Seneler önce Ejderha Mızrağı serisini Arka Bahçe bastığında koştur koştur gidip almıştım ve aynı sorun o romanlarda da vardı. O kadar güzel bir hikayeyi yeniden Türkçesinden okumak içimden gelmedi bir daha, okudum ve kitapları bir köşeye attım. Yıllar sonra yine Arka Bahçe’den çıkan Avatar serisini okumaya başladım geçenlerde ve aynı sorun nedeniyle bir ayda ancak bir kitabını okuyabildim. Bu platformdaki yazım yanlışlarımıza bakmayın yayıncılar, biz okumayı seven az buçuk insanız ve bizler için Türkçe’nin ve imlanın doğru kullanımı pek mühim!


Bunun üzerine tommikser yazım yanlışları ve bu durumun okuma şevkime etkisi hususundaki yorumumu abartılı bulduğunu söyleyince dellenmişim (:


25 Aralık – pizagor :

Öyleyse yazım yanlışları dışındaki handikaplarını da bana göre en önemlisinden en önemsizine doğru sıralıyayım:

1. Geçenlerde şirketin kütüphanesinde Michael Crichton’ın Küre isimli romanını buldum, hani şu sonra Dustin Hoffman, Sharon Stone, Samuel Jackson’lı filmi de yapılan. Okumaya başladım ama birşeyler beni rahatsız ediyordu. Fazlasıyla akıcı, fazlasıyla kullan-at, fazlasıyla pop, fazlasıyla basit ve yalın. Okunmasına okunuyor ama çerez niyetine, hızlı tüketim amaçlı. Bu kitap da aynen bende bu hisleri uyandırıyor. Ben bir kitaba 15-20 saat süre ayırıyorsam ondan birşeyler de kapmak isterim, ucundan köşesinden sofistike olsun isterim. Yoksa gider o zamanı çizgiroman okumaya, dizi seyretmeye harcarım (:

Tommikser’e özel not: Bu tamamen sübjektif bir tercih!

2. Kitap fazlaca bilimsel anlatı içeriyor. Spoiler olmaması adına herhangi bir şey yazmıyorum ama hayatta kalmak için yaptığı herşeyin mantığının ve matematiksel doğrulamasının anlatılması bir yerden sonra sıkıntı veriyor.

3. Karakter gerçekçi değil. Ben kimsenin yaşamla ölümün o kadar sınırındayken böyle neşeli bir ruh halinde olacağına ihtimal vermiyorum, tommikser hariç (:

4. Espriler de öyle ahım şahım değil, mizahın basiti: bol bol küfürle güldürme..

5. Kitabın henüz üçte birindeyim ancak bir döngü kendini tekrar ediyor: Sorun çıksın, bizim Mark (Mark kim diyorsanız, Marslının ta kendisi) zekasını konuşturup bu sorunu çözsün.

Okumasına okuyorum ama başladığım zamankine göre ilgim ve beğenim düştü. Bu kitabın 2014’ün en iyi bilimkurgusu olarak seçilmesi bana ilginç geldi.


25 Aralık – tommikser :

Sayın Pizagor'a cevaben

1. Pop çağının temel problemlerinden biri de bu. Hızlı olsun, çabuk olsun zaman geçirsin en sonunda bir şey hatırlamasam da kafamı dinlendirsin. Günümüz yüzyılı çok hızlı yaşadığı ve derin sıkıntılarla boğuştuğu için ağır ve yavaş olandan mümkün olduğunca kaçınmaya çalışıyor. Bu da bana normal geliyor. Zaten bilimkurgu kitapları o kadar derin ve felsefi romanlar olmuyor. Birkaç istisna mevcut olsa da durum bu. Paslanmak Çelik Sıçan'da bu tarz bir romandı. İlk aklıma geleni söyledim. Şimdi sende Solaris'i örnek verirsin. Eğer sana birşeyler verecek illaki düşündürecek kitaplar istersen Dostoyevski veya dönem Rus yazarlarını okumanı tavsiye ederim. Bol bol düşünür ağır sofistike cümlelerin içinde boğulabilirsin. Çizgiroman okumaya verecek zamanı sana sofistike bir şeyler kazandırmayan eylemler içinde değerlendirmeni de yadırgadım. Eğer sofistike ve ağdalı bir şeyler istersen Uçma Sanatı, Persopolis, Mouse vb çizgi romanlar bu ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayacaktır.

2. Bilim kurgu veya kurgusal bilim kitaplarının içinde sık kullanılan bir argüman. Bizi kurguya dahil edebilmek için bilimsel öğelerin kullanılması. Anlamasak da anlatmak istediğini anlayarak olaya dahil oluruz. İlk başta herkes yadırgayabilir ama roman içinde çok fazla yer kaplaması da istenmediğinden çeşni olarak kullanılır. Yoksa bilim dergisine döneceğinden okur uzaklaşır yazarlarda bunu istemez. Kitapda bunu kullanmış gerekli yerlerde bu argümanı kullanarak bizi mars da olduğuna ikna etmeye çalışmış ki bence abartmadan yeterli kullanmış. Güzel bilimsel argümanlarda yok değil. Şekerin saf oksijen ortamında bomban olarak kullanılabileceği güzel bir bilgiydi.

3. Çizgi roman karakterlerinin hepsi bu şekilde davranır. Örnek çok misal Peter Parker. Kahramanda zaman zaman ümitsiz olsa da bunu korumaya çalışıyor. Dediğin gibi bunalımda bir karakter öngörülseydi psikoloji romanı olurdu.

4. Halk ağzı kullanılmış. Karaktere Bay Fantastik ve Demir adam ın yapacağı bilimsel espriler katılmamış ki o zaman gerçekten sıkıcı olurdu. Bir yerde Nasa ile yazışırken küfür ediyor. Nasadaki diyor ki 1 milyar insan senin yazdıklarını okuyor. Düzgün yaz (:

5. Nasıl bir kitap hayal ettiğini bu cümleden anlamadım. Yeşil marslıların gelip dünyalı yardıma ihtiyacın var mı demesini mi bekliyordun? Sonuçta bir bakıma Robinson Cruose romanı. Sorunlarla baş etmek zorunda olan ıssız bir yerdeki karakter. Eğer daha ıssız bir roman görmek istersen İhtiyar Balıkçı'yı okumanı tavsiye ederim.

BENCE büyük beklentiler içine girilmesine gerek görülmeden keyifle okunacak bir roman diyebilirim.


25 Aralık – pizagor :

Tommikser’e yanıtımdır…

1. Dostoyevski bilimkurgu yazdı da biz mi okumadık.

Şöyle bir ortam düşün, yabancı bir şehirde, ıssız ve karanlık bir sokakta yürüyorsun. Kimse yok çevrende, bağırsan yardıma gelecek birileri de. O sırada arkandan gelen ayak sesleri duysan irkilirsin illa ki, dönüp bakarsın. Neye bakarsın biliyor musun, arkandan gelen kişinin tipine bakarsın. Arkandan gelen kişi takım elbiseli, temiz yüzlü, beyefendi görünümlü biriyse bir oh çekersin. Ama yüzü yara izleriyle dolu bir izbandutsa içgüdüsel olarak savunmaya geçersin, tehlike beklersin. Bu yargı aldatıcı olabilir ama insan psikolojisi budur, insanlar görünüşe göre yargıya varır. Peki bunun Marslı ile ne alakası var, oraya gelelim.

Orijinal metni bilmiyorum ama çeviri metni bizim konuşmamızdan farklı değil, hani şu 200 kelimeyle konuşuyoruz iddiası var ya, bu kitap da herhalde 200 kelimeyle çevrilmiş. Ve bu yazım ya da çeviri ya da her ikisinden kaynaklı açık bir kalitesizlik! Kelimeler düşünceleri şekillendirir, düşünceler de insanı ve bir insanın konuşurken ve yazarken kullandığı kelimeler, kurduğu cümleler onun entelektüel düzeyi hakkında karar vermemizi sağlar ki bu durum şu forum için dahi geçerlidir. Marslı’nın basit dili de bende, içerdiği onca teknik bilgiye rağmen sanki liseli alalade bir gencin kompozisyonunu okuyormuşum hissi uyandırıyor.

Pop çağı ve pop kültürü çabuk tüketimle birlikte kalitesizliği de getiriyor.

Çağımızın temel problemi bu deyip de sonrasında ben bunu normal buluyorum şeklinde bir yorumda bulunulması kendi içinde çelişki barındırıyor. Problem mi, değil mi? Normal mi, değil mi? Bir durum hem problem hem normal olabilir mi? İnsan problem olarak tanımladığı bir duruma, kalitesizliğe itiraz etmez mi?

Ben ederim arkadaş!

Geçiyorum Mülksüzler, 1984 gibi felsefi yanı da olan büyük büyük bilimkurgu kitaplarını, Otostopçunun Galaksi Rehberi bile alt metin olarak bu kitaptan çok daha fazlasını vaadediyor okura.

Çizgiromana gelirsek illaki bu sanatın da belirttiğim bağlamda müthiş örnekleri var, misal Moore’un yazdıklarının altında eziliyorum bazen. Ama üretilenin %95’i bu bağlamda çer çöp. Tüket ama at(a)ma çünkü yayıncı diyor ki bir yerde bu çöpü başka çöplerle bağlayacağım ve bir sonraki çöpü anlaman için şu şu şu çöpleri de okuman gerekiyor. Ama sorun şu ki bu pop/çöp kültürünü çizgiromanda seviyorum hatta bazen müzikte de. Lakin roman için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.


2. Yazım yanlışını düzeltmeden kitaptan alıntılıyorum...

‘Hesaplarıma göre bu beni açlıktan kurtarmayacak.
Kalori kazanmak için en iyi seçeneğim patatesler. Patatesler hem verimli olarak yetişiyorlar hem de oldukça iyi bir kaloriye sahipler (kilo başına 770 kalori). Elimdeki patateslerin filizleneceğinden oldukça eminim. Sorun şu ki yeteri kadar patates yetiştiremem. 62 metrekarede, 400 günde (yiyeceklerimin bitmeden elimdeki süre) belki 150 kilogram patates yetiştirebilirim. Günde 288 kaloriyle, toplamda 115 bin kalori demek oluyor bu. Boyum ve kilomla, biraz da göze alırsam, günde 1500 kaloriye ihtiyacım var.
Hiç de yeterli değil.’

İyi, ne güzel, tommikser’in dediği gibi kurgunun içine girdik, ne yapacak, nasıl çözüm üretecek diye kıvranıyoruz da ilerleyen sayfalarda sık sık bu şekilde açıklamalara girildikçe sıkıntı da başlıyor.

‘Hesaplarıma göre bu beni açlıktan kurtarmayacak. Günde 1500 kaloriye ihtiyacım var ve 400 günlük ürettimim hiç de yeterli değil.’

De bitsin, geri kalanını okurun hayal gücüne bırak. Ya da daha da iyisi açık bıraktığın için okurun araştırmasını, nasıl oluyor da oluyor diye sana sormasını sağla ki kitabının ‘pr’ı yürüsün.


3. İlk söylediğimle aynı noktadayım, düşündüğümden bir adım bile geri adım atmıyorum. Örümcek Adam bir süper kahraman, düşünsel kurgunun belki de son noktası. Bi nevi delidir, kurgudur, ne yapsa yeridir durumu. O alemde dünyada tanrılar yürüyor, Starbucks’da kahve içiyor da kimse dönüp bakmıyor. Ama roman öyle bir mecra değil. Kaldı ki mutlak ölümle karşı karşıya iken espri yapmaz Örümcek Adam, poposunun kurtarmanın derdindedir. Dediğin gibi davranan benim bildiğim sadece Deadpool’dur ki o da kurgusallığının farkındalığından kaynaklanır. Bilir ki ne yaparsa yapsın, o sayıyı yazan ve çizen kişinin istediklerini yapacaktır. Yaşamanın bir manası yoktur onun için, yaşaması da yoktur.


4. Eeeee?

Kahve ağzı kullanmak olayı komik yapıyorsa vah halimize! Pop kültürünün diğer bir kalitesizliği daha canımı sıkıyor. Mürekkep yalamış insanlar dahi ‘Bak ne güzel küfretti HA HA HA’ diyorsa daha da vah halimize!


5. Yürüyen Ölüler ile ilgili olarak konuşulanlardan, yazılanlardan edindiğim izlenim kendini tekrar etmesi, Rick bir grup insanla karşılaşır, bir ekip olurlar, sonra ölürler, Rick yoluna devam eder, yeni bir grupla karşılaşır, şartlar farklılaşır ama bir ekip olurlar, sonra ölürler, Rick yoluna devam eder vs. Temel fikir bu. Kötü mü değil ama kendini tekrar ediyor olması bir yandan da soru işaretleri getiriyor. Yazarın yaptığı olabilecek en kötü kurguyu düşünüp çözüm yollarının inşasını daha önceden yaparak bunları karakterin önüne koymak. Daha ne yapacak diyeceksin de bunlar heyecan vermiyor bana açıkçası.

Yine de okumaya devam. Hakkında daha olumlu hissedersem bunları da paylaşacağımdan emin olun.

Ama şimdilik notum 5/10


28 Aralık – Ve nihayet son - pizagor :

Çok şükür bitirdim (:
200 küsürlü sayfalarda bir yerlerde yaşattığı duygulu anlar hatırına 6/10..




Supermobile

İçinden çizgiroman geçiyor dememe rağmen hala bu konuya gelemediğimin farkındayım..

Mark Watney’nin yüzey aracını ihtiyaçlarına yönelik modifiye etmesi üzerine Batmobile veya Supermobile ya da Spidermobile benzetmesi (sayfa 109):

‘Venk’ dedi Bruce. ‘Eğer Watneymobile’i Ares 4’e götürürse, tüm bu çabalar boşa çıkacak. Yani böyle bir şey olursa, roketi Ares 4’e de indirebiliriz ama..’
‘Ama orada da Hab’sız olacak. Evet,’ dedi Venkat. ‘Her şey sırayla. Kurdeleler için bir salınım mekanizması yaptığınızda, beni haberdar et.’



Mark Watney Aquaman’i düşünürken (sayfa 78):

Tekrar Venkat’a döndü. ‘Acaba şu an ne düşünüyordur?’
'Aquaman nasıl oluyor da balinaları kontrol edebiliyor? Balinalar memeli! Zerre mantık yok.'


Mark Watney'nin Demir Adam’a öykünmesi (sayfa 398):

‘Burada sivri bir şey bulup, onunla GDF elbisemin eldiveninde bir delik açabilirim. Kaçan havayı bir itici olarak kullanırım ve size doğru uçarım. İticinin kaynağı benim kolum olur, o yüzden bunu kolaylıkla yönlendirebilirim.’
‘Bu fikirleri nereden buluyor böyle?’ diye araya girdi Martinez.
‘Hımm,’ dedi Lewis. ‘Bu şekilde saniyede kırk iki metre yapabilir misin?’
‘Hiçbir fikrim yok.’
‘Bunu yaparsan, kontrol edebileceğini sanmıyorum, dedi Lewis. ‘Kesişmeyi gerçekleştirmeye çalışıyor olacaksın ve doğru düzgün kontrol edemediğin bir itiş vektörü kullanıyor olacaksın.’
‘Ölümcül derecede tehlikeli olduğunu itiraf ediyorum,’ dedi Watney. ‘Ama şunu bir düşün: Demir Adam gibi uçma imkanım olacak.’
‘Biz yeni fikirler üzerinde düşünmeye devam edeceğiz,’ dedi Lewis.
‘Demir Adam, Kumandanım. Demir Adam.’
‘Beklemede kal,’ dedi Lewis.



Bu arada kitabın içinden ‘Yüzüklerin Efendisi’ de geçiyor. Türkçe kitaplarında 'Elrond’un Divanı', Marslı'da ise maalesef 'Elrond'un Konseyi' olarak yer alsa da atlamayalım (sayfa 228):

‘Elrond Projesi’ ne lan? diye sordu Annie.
‘Bir şeyler uydurmam gerekti,’ dedi Venkat.
‘Sen de gidip Elrond mu dedin’ diye bastırdı Annie.
‘Bu gizli bir buluşma olduğu için mi?’ diye bir tahminde bulundu Mitch. ‘E-posta asistanıma bile söylemememi istiyordu.’
‘Teddy geldiğinde her şeyi açıklayacağım,’ dedi Venkat.
‘Elrond niye ‘gizli buluşma’ anlamına geliyor?’ diye sordu Annie.
‘Anlık bir karar mı alacağız?’ diye sordu Bruce Ng.
‘Aynen öyle,’ dedi Venkat.
‘Bunu nasıl bildin?’ diye sordu Annie, ufaktan sinir olmaya başlarken.
‘Elrond’ dedi Bruce. ‘Elrond Konseyi. Yüzüklerin Efendisi’nden. Tek yüzüğü yok etme kararını aldıkları toplantı.’
‘Tanrım,’ dedi Annie. ‘Lisede hiçbiriniz sevişmediniz, değil mi?’




Yorumlar

  1. "Karakter gerçekçi değil. Ben kimsenin yaşamla ölümün o kadar sınırındayken böyle neşeli bir ruh halinde olacağına ihtimal vermiyorum."

    Budur! Yalnız değilsiniz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neyse ki yalnız değilim, benim gibi düşünenlerin az olmadığını görüyorum. Bu kitabın hemen ardından Mary Doria Russell'dan Serçe'yi okudum. Bir dostumun Altın Madalyon'da 'Marslı'ya 6 vermiştin, Serçe için notun nedir?' sorusuna yanıt verirken bile hala Marslı'yı yerden yere vuruyordum :)

      Yıldızlı 9 veriyorum. Marslı'nın notu da aslında 5,5'dan 6 olmuştu. Şunu söyleyeyim Serçe'nin bana verdiği okuma keyfi, Marslı x 10 diyebilirim. Karakterlerin ele alınış şekli ve derinliği, Marslı'nın 'heyo yapalım, heyo kurtaralım' karakterlerinin yüzeyselliğinden öylesine uzak ki. Mary Doria Russel bir yandan sonunu bildiğimiz bir hikayenin yolunu döşerken bir yandan da karakterleri derinlemesine tanıtıyor, geçmişlerine iniyor, büyütüyor, seçtikleri yolları anlatıyor. Marslı'nın birinci tekil anlatımı bu gibi açılımlara müsaade etmediği için basit dilli bir anlatımdan öteye geçemiyor. Birisi toplumu, kutsalı, ne doğru ne yanlış, kime göre doğru kime göre yanlışı sorgulayan bir felsefe kitabı, diğeri Cin Ali Okulda :)

      Bu arada Serçe'nin devamı olan 'Children Of God'ın bir an evvel Türkçe'ye kazandırılması konusunda Kayıp Rıhtım'ın desteğini bekliyoruz. Biz, bir avuç arkadaş Metis'i konuyla ilgili taciz etmeye başladık. Arkamızda Kayıp Rıhtım'ın desteğiyle bunu başarabiliriz sanıyorum :)

      Sil
    2. Olabilir, neden olmasın? :) Bu kitapla ilgili bir inceleme yazabilirseniz sitede tanıtır, yeni okurların gücünü arkamıza alıp baskı gücünü arttırabiliriz :)

      Sil
  2. Uzun bir uçuş esnasında beğenmediğim bir kitabın yine bu hissiyatın beklenen, doğal olumsuz önyargısıyla ertelediğim filmini izledim...

    Sürpriz!

    Ridley Scott'ın ellerinde kitabın bütün o lüzumsuz ayrıntılarından arındırılmış, mühim özünün ortaya çıkarılmış, hikayenin rafine edilmiş olduğunu gördüm...

    Bu haliyle gayet de güzel olmuş...

    Bir kitap için bunu kolay kolay söyleyebileceğimi düşünmezdim ama:

    Kitabını boşverin, Marslı'nın filmini seyredin!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman