Neil Gaiman, Amerikan Tanrıları, Conan...

Hazırlanın... Fırtına Yaklaşıyor...

Geçmişte birtakım kirli işlere bulaşmış olan Gölge, cezasını tamamlamak üzeredir. Artık tek istediği, eşi Laura’yla birlikte sessiz sakin bir yaşam sürmek ve beladan mümkün mertebe uzak durmaktır. Ta ki, eşinin korkunç bir kazada hayatını kaybettiğini öğrenene kadar.


Cenazeye gitmek üzere bindiği uçakta bir adamla tanışır. İsminin Wednesday olduğunu söyleyen bu düzgün giyimli, yaşlı adam, Gölge hakkında hiç kimsenin, hattâ kendisinin bile bilmediği şeyler anlatır ve.. onu yaklaşan fırtınaya karşı uyarır. Bundan böyle artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, çünkü günlük hayatın o sakin yüzeyinin altında, Amerika’nın ruhunu ele geçirmek için büyük bir savaş kopmak üzeredir.




Neil Gaiman’ın çok sevdiğim bir kitabıdır Amerikan Tanrıları. Fumetti ya da comics veya frankofon, mitolojiyle bolca beslenen bir mecrada ister istemez mitolojiye de bulaşmış, merak sarmış çizgiroman okurunun illaki beğeneceğini düşündüğüm bu kitapta tanrıların insanları yaratmadığı, esasen inananlarının kendi tanrılarını yarattığı, onları cisimleştirdiği, var ettiği fikri çok güzel işlenir. Gaiman’ın kurgusunda yeni dünyaya gelen eski dünyanın fertleri beraberlerinde tanrılarını da getirmişler, dini ritüellerini sürdürerek onların bu yeni coğrafyada da varolmalarını sağlamışlardır. Ancak bu tanrılar, insanın ilerleyişine, gelişimine ve biraz da sonraki kuşakların eski tanrıları önceki nesiller kadar benimsememelerine yenilmişlerdir. Yeni toprakların yeni konjonktürü ortaya otoyollar, televizyon, para gibi yeni tanrılar çıkarmıştır. Bunların güçlenmesiyle birlikte eski tanrılara inanç sarsılmaya başlamış, dolayısıyla inançtan beslenen eski tanrılar güçlerini ve kitleler üzerindeki etkilerini yitirmiştir. Şehvetin tanrıçaları sokak fahişelerine dönüşmüş, bilgeliğin ilahları biraz daha fazla para için konuklarına odalarını kiralamayı teklif edecek kadar alçalmıştır. Ancak kudret ne menem birşeydir ki bir kere tadını alan bunu yitirmemenin, kaybettiyse yeniden ele geçirmenin yollarını arar. Bu bir ülke yöneticisi de olabilir, bir şirket yöneticisi de...


Veya unutulmanın aslında yok olmak demek olduğu bir mecrada kadim bir tanrı da olabilir. Wednesday gibi...


‘Hazırlanın... Fırtına yaklaşıyor...’ derken abartmıyor arka kapak yazarı... Neil Gaiman'ın hikayesi büyük bir yokoluşa ve küllerinden yeniden doğacak bir güce doğru ilerliyor...


Gaiman bir yandan da neresinden baksanız ikircikli bir konuyu deşiyor. Metni okurken, Gaiman inanç kavramına semboller üzerinden eleştiri de getiriyor olabilir mi diye çok düşündüm. Ancak net bir fikir edinemedim. Eski tanrıların mücadeleyi kaybetmesinin nedenlerinin anlatımında Hristiyanlık gibi o coğrafyaya hakim din anlayışının hiç yer almaması bence önemli. Bu belki de yazarın hristiyanlığı kurgusunda nereye konumlandıracağını bilememesindendir. Belki de eski tanrıları eleştirmenin, kişileştirmenin, onlara ‘seni yaratan benim!’ demenin nisbi kolaylığının ardına sığınmasıdır. Veya Gaiman'ın kurguladığı bu dünyada semavi dinler hiç varolmamıştır. Ya da muhtemel tepkiden ürken ateist bir anlatıcının kafasındakini filtreleyerek sunmasıdır. Veya inançlı bir anlatıcının inancını bu kurgudan bağımsız tutmak istemesidir. Bana kalırsa hristiyanlık – müslümanlık – yahudilik gibi çok güçlü oyuncuları yok sayarak bu konuyu ele almak yeterli değil. Tarih boyunca deneyimlendiği üzere semavi dinler insanları dönüştürmüş olmalı, eski dinlerine bağlı insanlarda önce direnç, sonrasında eskiyle yeninin sentezini yaratmalı. Bu, Gaiman'ın kurgusunun zayıf tarafı bana göre. Lakin gözardı edildiğinde harika bir eser...


Peki bu romanın Conan ile alakası nedir derseniz...



Tanrı'nın Yüzü - The Face Of A God
Sadece krallıkların değil tanrıların da gökyüzündeki yıldızlar kadar çok ve parlak olduğu bir dönemdir Hiborya Çağı. Tanrılar, tanrıçalar ve efsaneler çevresinde dönmektedir hayat. Paul Kupperberg’in yazdığı Tanrı’nın Yüzü (Conan Aylık Yeni Maceralar Dizisi 158 – Alfa Yayınları) isimli hikaye okuru yeni bir Zamora efsanesi ile tanıştırır, Shan ile...

Sayılamayacak denli yıl önceleri, Zamora komşusu Brithunya’dan özgürlüğünü aldığı sıralarda ünlü savaşçı Shan, Zamora halkının liderliğini yaparak, başarılı bir isyanla Zamora’yı özgür kıldı... Shan her savaşta öndeydi ve kılıcıyla Brithunyalılar’ın kanını bir ırmak gibi akıttı. Ta ki son savaşta vurulup ölene dek. Onu bir okla, kalleşçe arkadan vurmuşlardı. Savaş alanında ölmesinin ödülü olarak Zamora tanrıları onu yanlarına aldılar. Ve Shan onların katına çıkmadan önce halkına gelecekteki zulümlerden kendilerini korumak için yanlarında olacağını ve onlara liderlik ederek onları zafere götüreceğini söylemişti...


Bu sözleri söyleyen Zamoralı General, tanrıların kitleleri yönetmek için kullanılabilecek etkili bir yöntem olduğunun bilincinde, muharebe alanında isyancılar arasında farkettiği Conan’ı sırf tanrılaşmış Shan’a olan benzerliği sebebiyle hayatta bırakıp kralının önüne sürer. Pazarlık açıktır, Conan yönetici tayfasının kuklası olarak geri dönen Shan'ı oynayacak, karşılığında da kendi hayatını, altınını ve kadınları alacaktır. Bu, Conan için gayet cazip bir tekliftir.


Oyun başlar ama taraflardan biri vicdan sahibi bir rahiptir. İlk önce oyunu yöneticilerin belirlediği şekilde oynarken bir noktadan sonra bu yalana ortak olmayı reddeder ve tanrısı Shan’a müdahale etmesi için yalvarır. Tanrı Shan bu yakarışı ciddiye alır ki sahte tanrı Conan’ın önderliğindeki Zamoralılar’ın Brithunyalılar’a saldırdığı savaşta ilahlara özgü bir performansla sahneye çıkar. Acımasızdır, kendi adını sahte bir tanrıya atfeden Zamora elitini ve tüm yardakçılarını tanrısal kudretiyle küle döndürür. Masum olmadıklarını bilse de tanrı olduğunu sanarak kendisiyle birlikte savaşanların Shan’ın ateşiyle yanmalarına tanık olan Conan, ilk defa içini vicdan azabı denen şeyin kemirdiğini hisseder...


Shan’ın diğerleriyle işi bitince, sona bıraktığı Conan’a döner. Shan kendi sahtesini şanına yaraşır bir şekilde, onu tanrılık mertebesine ulaştıran kılıcıyla yok etmek istemektedir. Ölümüne dövüş başlar ancak mücadele sadece kılıçlarla değil sözcüklerle de yapılmaktadır. Heyecan dozunun iyice yükseldiği bu sayfalarda, ‘barbar’ diye niteleyegeldiğimiz Conan’ın kelimeleri de en az kılıcı kadar iyi kullandığına tanıklık ederiz. Conan sözleriyle Shan'ın tanrılığını yerden yere vurur ve Shan'a inananların algılarını allak bullak eder. Ve 'acabalar' arttıkça, inançtan beslenen tanrısallık da zayıflamaya başlar...


Hikayenin bu kısmını Mike Docherty’nin güzel çizgilerine bırakıyorum...

















Shan, Conan’ın öldürdüğü ilk tanrı değildir, sonuncu da olmayacaktır...


Paul Kupperberg ve Neil Gaiman... Tanrıları var edenin, onlara kudret bahşedenin insanlar olduğu fikrini hikayelerinde aynı şekilde işleyen iki yazar... Belki de fantezi deyip geçmeli... Gaiman’ın ve Kupperberg’in metinlerini 'böylesine' ciddiye almamak herhalde en iyisi...



Yorumlar

  1. Yine de Conan da inançlı biridir. Şöyle bir diyaloğu var ki:

    Kadın: - Sen Mitra'ya inananlardan değil misin?
    Conan: -Ben bütün tanrılara inanırım hanımım ve onlardan sadece beni rahat bırakmalarını dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Açıkçası benim karşımda da bu hikayede olduğu gibi yokluktan bir anda bir tanrı belirse 'Tanrım günahlarımı affet' diyerek secdeye varır, hayatımın geri kalanını manastırlarda geçirirdim :)

      Conan bu noktada yine farklılığını ve özgünlüğünü gösterir. Defalarca tanrılarla karşılaşmış olması onu inanca veya tapınmaya yönlendirmemiş, aksine o tanrının değerli bir şeyi varsa onu çalmaya, kanı akıyorsa öldürmeye itmiştir. Sadece vahşi değil, vahşi kapitalist ve oportünist bir coğrafyada sistemin yontup şekillendirdiği bir büyük adamdır Conan. Şükür diye bir kelime yoktur lügatında, Crom'a en ufak bir borcu yoktur.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman