Insomnia Cafe


'Insomnia Cafe, ilk olarak 2004 yılında L-Manyak dergisinde Uykusuz ismiyle 12 sayı boyunca yayınlandı. Daha sonra 2009 yılında Amerika'nın sayılı çizgi roman yayımcılarından biri olan Dark Horse tarafından Insomnia Cafe ismiyle ilk kez kitap olarak basılmış oldu.'


Albümün hemen başında işte böyle yazıyor. Aslında gayet değerli açıklamalar, hikayenin yaratım sürecine ve albümün ortaya çıkışına bir nebze olsun hakim oluyor merak eden okur...

İç kapakta bir ifade daha var, kitabın çevirmeninin Emre Yavuz arkadaşımız olduğunu görüyoruz. Bu son bilgi ışığında bir tuhaflık ortaya çıkıyor: Türkçe yaratılmış bir hikaye illaki çeşitli kayıplarla önce İngilizce'ye çevriliyor, Dark Horse'un o albümünden de yine illaki ilk haline göre ifade farklılaşmalarıyla yeniden Türkçe'ye çevirilip KaraKarga etiketiyle yayınlanıyor. Hakikaten böyle bir yol izlendiyse saçma olmuş. Huyumdur, herhangi bir çizgiromanı ya da kitabı elime alır almaz spoiler kaygısız karıştırırım sayfalarını bir miktar, göz atarım, az da olsa okurum. Bu albümde de ilk dikkatimi çeken dijital olarak doldurulmuş konuşma balonları oldu. Bunu görünce önce kaybolan, muhtemelen Sayışman imzalı, sıcacık kaligrafi için derin bir ah çektim (ki sanıyorum L-Manyak kaligrafiden hiç vazgeçmedi), sonra da ‘madem balonlar dijital, öyleyse tahmin ettiğim gibi bir durum söz konusu...’ dedim içimden. Maalesef hikayenin L-Manyak'taki haliyle albümdeki balonlamayı kıyaslayabileceğim herhangi bir görsele rastlayamadım. Dolayısıyla kendi adıma bu konu halen muğlaklığını koruyor...


Kitabın finaliyle birlikte hissettiğim ise aldatılmışlık oldu en başta. Tamam, okur olarak ters köşeleri seviyoruz, takdir ediyoruz da öyküde son birkaç sayfaya kadar bahsi geçmeyen şizofrenik vakaya dair herhangi bir işaret olmaması, hatta bu durumun Kolinsky’nin tuhaf iş arkadaşı Carlos karakteri özelinde adreslenmesi, okuru şaşırtmaktan ziyade bilerek ve isteyerek kandırmak olarak tariflenebilirdi. Final itibariyle, öyküde ‘Arşiv’e Angela ile birlikte yapılan ziyaretle ilgili bölümlerin kimin ağzından aktarıldığının atlanması rahatsızlık yaratmıştı bende. Ki çok basit bir anlatım farklılığına gidilseydi, hikayenin farklı farklı bölümlerinin birilerinin gözünden anlatıldığı bir kurgu düşünülseydi de sonunda yaşattığı şaşkınlık, etkisinden zerre kaybetmezdi ve adım adım bu noktaya döşenen yol okur nezdinde daha takdir edilir olurdu...

Kapağını kapatmamın ardından geçen birkaç saat sonrasında ise daha kabul edilebilir hatta güzel görünmeye başladı kitabın bütünü. Belki eksik bırakılmıştı ama konu ve anlatı itibariyle tatmin ediciydi. Perker’e karşı biraz daha insaflı ve adil davranmaya başlamıştım. Palahniuk, Tyler Durden’ın maddi varlığını hiç varolmamışcasına ortadan kaldırırken tepkim aldatılmışlıktan ziyade şaşırma, takdir ve bir dehayla karşılaşmanın yoğun kıvamlı bir karışımı olmuştu. Dolayısıyla yaklaşımımda yumuşama, kabul ve takdir söz konusuydu, taze taze hissettirdiklerine müteakip daha bir anlayışlıydım Kutlukhan Perker’e karşı...


Ancak anlamlandıramadığım, gereksiz olduğunu – hiçbir şeye hizmet etmediğini düşündüğüm bazı bölümler (Kolinsky’nin televizyon kumandasını silah yapıp kendini koltuklara fırlattığı kareler ya da evsiz adama ayrılan yakın plan paneller - ki bende o adamla ilgili bir gizem varmış hissi yarattı – veya 'Arşiv' yolu üzerinde selam verilen kişiler) ile ilgili soru işaretlerim devam ediyor...

Bir diğer sıkıntım da oldukça kısa bir albüme göre barındırdığı balon yazım yanlışlarının fazlalığı. Bu durum, kitabın doğru düzgün bir son okumadan geçmediğinin net göstergesi ve kitaplarına titizlenen benim tarzım bir okur için eksi hanesine atılan bir çentik oluyor...

Insomnia Cafe kitaplığa eklenmesi gereken bir albüm... Kutlukhan Perker’in muazzam çizgisine eşlik etmek adına, eğrisiyle doğrusuyla heyecan dolu, şaşırtıcı bir kurguya dahil olmak adına, Angela'nın çaresizliğine tanık olmak adına...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...