Silver Surfer: Ağıt
Kapağında takılıp kaldığım, beni meraklandıran, kayıtsız kalamadığım bir isim... Straczynski, yer yer söylensem de uzunca bir süredir karşısında saygıyla eğildiğim bir yazar...
Straczynski imzasının bende yarattığı beklenti diğer pek çok yazara nazaran farklı oluyor. Şaşkınlıktan ağzımın açık kalması mertebesinde bir tatmin arıyorum bu adamın yazdığı hikayelerde. Çünkü artık tecrübeyle sabit, ele aldığı karakterlerin hamuruna öyle aykırı şeyler katıyor, öyle hinlikler yapıyor, aurayı o kadar farklılaştırabiliyor ki sürecin doğal sonucu oluyor bu hissiyat. Misal Jason Aaron’ın dümeninde, Jane Foster’ın Mjolnir’i taşımaya layık olmasından ve zihinlere maskülen kazınan Thor’un feminen sunumundan çok önce, Ragnarok sonrası yok olan Asgard tanrıları birer birer dirilirken Strackzynski’nin Loki için seçtiği beden kusursuzdu: Leydi Sif! Öyle aman aman dikkat çekici bir yere bağlanmasa da söz konusu değişim hakikaten çarpıcıydı. Ama Straczynski’nin Thor’u kaleme aldığı bu dönemde Loki’nin usul usul, ince ince işlediği bir kumpas vardı ki işte o hakikaten birkaç satır önce yazdığım ‘Şaşkınlıktan ağzımın açık kalması’ tatminini bana yaşatmıştı. Çarpıcı başka bir şey daha vardı: Asgard’ı Oklohama’nın üzerine, üzerine derken bozkırdan birkaç metre yukarıda, havaya konumlandırması. Kendisine yaratıcı diyen kaç kişi düşünebilirdi ki böylesine çılgınca bir şeyi?!!
Dolayısıyla beklentim büyüktü Silver Surfer: Ağıt albümüne başlarken. Sonlandırdığımda ise biraz buruktum. Güzel, daha doğrusu nihayetlenme şekli itibariyle duygusallık kolaycılığına kaçarak okuru tavlayan (çünkü çizgi karakterlerimizin varoluşlarının gerçekten ve geri dönmemek üzere sonlandığı çok fazla hikayemiz yok elimizde) ama kesinlikle Straczynski tarzından uzak bir hikayeydi okuduğum. Yazarın öncüllerini taklit etmekten öteye geçemediği, Norrin Radd karakterine yeni hiçbir şey katamadığı, gerek Silver Surfer Volume 1, gerekse Volume 2'de okuduğumuz hikayelerin, karakterin asaleti ve aktardığı mesaj özelinde, bir benzeriydi Silver Surfer: Ağıt, diye düşünüyordum. Hayalini kurduğum, Straczynski'nin Silver Surfer'ı, bir çocuğun oyun hamurunu şekilden şekle sokması gibi bambaşka bir tarzda yorumlamasıydı sanıyorum, oysa yazar bu sefer geçmişin mirasını reddetmemiş, olduğu gibi kabul etmiş ve bu miras üzerine duygu yoğun bir son yazmıştı...
Panellerin mimarı Esad Ribic'i ise oldum olası seviyorum. Karakterleri çizerken daha önceki yorumlanmalarını böylesi boşverdiği, gönlünce resmettiği (bakınız Fantastik Dörtlü üyeleri) için bayılıyorum belki de. Bu adamın içinde bir asi, bir isyankar var diyorum içimden. Albümde ne çizgi, ne de renkler öyle çok albenili ve bu durum hikayenin okurda yaratmaya çabaladığı hüzünle son derece uyumlu. Yalnız şunu da belirtmem gerekir ki kendisinden ne önce, ne de sonra Silver Surfer'ı grafik olarak yorumlayan herhangi bir çizer 'Big' John Buscema'ya yaklaşamıyor bile.
Hikayeye gelirsek...
Silver Surfer sürekliliğine dahil olmayan bu dört fasiküllük öykü, Reed Richards’ın Silver Surfer’a adını veren gümüşi vücut kaplamasının bozunduğunu ve çok da fazla zamanının kalmadığını açıklamasıyla başlıyor. Norrin Radd de insani bir tepki olarak kendi topraklarında Zenn-la’da, Shalla Ball’un yanında son nefesini vermek istiyor. Öncesinde dünyadaki birkaç dostla yapılan sağlam diyaloglu panellerin ve son konuşmaların ardından Zenn-la'ya dönüşe geçiyor kahramanımız. Sadece Shalla-Ball değil, başka birisi daha onu bekliyor orada. Başlangıcında olanın, kendisiyle özdeşleşenin, yani Galactus’un, nihayetinde de olmaması düşünülemez tabi ki. Hikaye kuvvetli alt metinlerle, her zamanki asil ruhlu Silver Surfer hikayeciliği tarzında ilerliyor ve sonuçlanıyor...
Silver Surfer: Ağıt tekrar tekrar okunulası ve okunması gereken bir öykü. Ama ‘okunulası’, Straczynski ismi için yeterli değil bana kalırsa...
Yorumlar
Yorum Gönder