Çelik Simyacı..


Keyifli başlamıştı. Anlaşılır konusu, karakterlerin varlık nedenlerinin ve motivasyonlarının net ifade edilişi, bazı manga serilerinde karşılaştığım takibi zor - zihin kilitleyici aksiyona mesafeli duruşu (ki bu hususta en muzdarip olduğum manga, hepi topu iki cildiyle beni onlarca cildini okumuşum kadar yoran ‘Öldür Yeter’dir) gibi artılarıyla seriyi Akılçelen’in yayınlama hızıyla tüketmeye başlamıştım. Sanıyorum onbirinci ya da onikinci ciltteydim, Edward sol bacağının ve kardeşinin ruhu için 'hakikatin kapısı'nı açmak üzere feda ettiği sağ kolunun, Alphonse ise bir zırha bağlanmış ruhunu bedenine kavuşturmanın peşinde felsefe taşının arayışındayken Elric kardeşlerin yanına yeni yeni karakterler eklenmiş, hikaye çoktan dallanmaya başlamıştı. O sayıda birkaç panelde kendimi ‘yavu bu ne zaman olmuştu, bu karakter nasıl ve neden dahil olmuştu mevzuya?!!’ sorularını sorarken ve yanıtların peşinde önceki ciltleri karıştırırken bulmuştum. İşte bu noktada aralıklı okumaktan vazgeçip serinin yayınının sonlanmasıyla baştan ve bir batında yeniden o sayfalara dalmaya karar vermiştim. Ki son tahlilde, 'iyi de olmuş' diyorum..


Mangalarla ilgili böyle de bir sorunum var: Çok havailer, çizgiromanın sonsuz olasılıklılığını hakkıyla kullanıyor yaratıcıları (mangaya çizgiromanın kuantumu yakıştırmasını yapsam abartmış olur muyum!) ve bunu ‘kalıcı iz bırakmadan ama kopmaya müsaade etmeyen bir bağlılık yaratarak’ yapıyorlar. Ya da en azından mangayla yeni tanışan biz ihtiyarlara öyle geliyor..



Serinin 27. ve nihai cildinin yayınlanmasının peşisıra hemen Aralık ayı başında çıktığım yolda, ciltler boyu süren bir finalle, ikinci haftasonu aralıksız Çelik Simyacı maratonumu tamamladım. ‘Peki Pizagor, bu kadar okudun da Çelik Simyacı sonrası hayatında ne değişti, sana ne kattı – ne götürdü?’ diye sorarsanız.. Bir haftalık bir 'okuduklarım otursun, sakinleyeyim, akil düşüneyim, akil yargılayayım' molası sonrası, yanıma kar kalan pek de birşey yok. Adeta koca bir boşluk!

Keyif aldım mı? Nispeten evet. Ayılıp bayılmadım ama o iki haftalık süreçte her fırsatta elimi atacak kadar kaptırdım kendimi o sürükleyici ve hızlı tempoya. Ama bir hafta sonrasında eğer ki seri hakkında coşkulu yazmakta zorlanıyorsam, hayatımdan iz bırakmadan geçenlerden biri olacak demektir..



Nesi kötüydü peki? İlk sırayı serinin genelinin aksine finalin finalindeki takip etmesi zor aksiyon ve hızlı çözümlemeler – oldubittiler, bir de neye hizmet ettiği bilinmeyen, bir evrede gizem yükleyip de kullanılmayanlar - açıklamasız bırakılanlar alır, ki bu noktada, okuma keyfinizi bozacak tüyolar vermemek adına maalesef örneklemeyeceğim.. İkinci sıraya da karakter enflasyonunu koyarım, her biriyle zenginleşiyor gibi görünse bile amaca hizmet etme pahasına da olsa odağın kaymasına neden oluyor..

Okunur mu okunur, Çelik Simyacı. Lakin bünyede sabun köpüğü kıvamında bir tatmin yaratması muhtemel. Notlamam 7.5/10, ve fakat bu not zor beğenen huysuz bir ihtiyar için ortalamanın bir hayli üzeri..


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...