Şemsiye Akademisi : Kıyamet Senfonisi...


Her şey Dünya genelinde gerçekleşen sıra dışı bir olay ile başlar. Daha önce hiçbir gebelik belirtisi göstermeyen kadınlar, ardı ardına 43 çocuk dünyaya getirirler. Milyoner mucit Reginald Hargreeves ise bu çocuklardan 7 tanesini evlat edinir. Kendisine bunun nedeni sorulduğunda ise sadece “Dünyayı Kurtarmak İçin” der. 


Hargreeves, sıra dışı güçleri olan bu çocukları eğitmek için Şemsiye Akademisini kurar. Bu akademi çocuklar için içlerindeki güçleri keşfetmeyi sağlayacak bir aile olacaktır; fakat bu aile çok da kalıcı olmayacaktır.

Yirmi yılın yarattığı bir yol ayrılığından sonra üvey babalarının ölümü üzerine tekrar bir araya gelirler. Çoktan kendi hayatlarını kurmuş grup üyeleri, bu toplanmanın ardından hem dünyayı yok etmek isteyen kötü güçlerle hem de kendi aralarındaki yirmi yılın silemediği gerginliklerle amansız bir savaşa girmek zorunda kalacaklardır.

Şemsiye Akademisi piyasaya çıktığı sene, Eisner ödülleri başta olmak üzere, En İyi Grafik Roman, En İyi Hikaye, En İyi Renklendirme, En İyi Kapak Tasarımı gibi pek çok dalda ödüller kazanmıştır. New York Times Best Selling ve Amazon.com tarafından 2008′in En İyi Çizgi Romanı seçilmiştir.



Bunlar albümün arka kapağında yazılanlar. Aldığı ödüller keyifli bir okuma vaadediyordu etmesine ama Şemsiye Akademisi : Kıyamet Senfonisi düşündüğümden çok daha güzel çıktı... İlk takıldığım nokta aslında bir rock yıldızı olan Gerard Way'in nasıl bu kadar güzel bir hikaye kurguladığı oldu... Doğrusunu söylemek gerekirse müzikle çoook üstünkörü bir alakam var ancak çizgiroman okumayı seven müzisyen olan bir arkadaşıma ‘Bak bu kitabın yazarı aynı zamanda bir rockçı imiş, My Chemical bilmemne diye bir de grubu varmış.’ dediğimde ‘My Chemical Romance mi, gerçekten mi!’ şaşkınlığıyla hemen grubun Helena klibini izletti. Yalan yok şarkıyı beğendim. Ayrıca Gerard Way’i cismiyle görmüş oldum: makyajıyla, giyim tarzıyla falan çizgi karakter tadında. Zaten klip de öyle... Ama önyargı işte, Grant Morrison’ın da albüme hazırladığı önyazıda belirttiği üzere şahsına münhasır bu kişiden böylesine sağlam bir hikayenin çıkabileceği noktasında tereddütler geçiriyor insan. Ama adam yapmış işte...

Albüme gelirsek, bundan aylar evvel sayfalarını ilk karıştırdığımda Hellboy’a gitmişti aklım, Gabriel Ba’nın çizgileri Mignola’yı hatırlatmıştı bana. Hikayeyi okudukça artan bir etki bu. Hikayedeki steampunk öğelerle birlikte daha da yakınlaşıyorsunuz Hellboy’a...

Albüm ‘superhero’ olarak etiketlenebilir mi? Sanmıyorum. Klasik anlamda süper kahraman karakter olarak mükemmeldir, idoldür, falsosu yoktur. Kendisiyle barışıktır, çelişkileri, karakter zaafiyetleri yoktur. Kötü karaktere haddini bildirmek amacıyla şiddete başvursa dahi yaptıkları vahşet içermez. Hele hele öldürmek seçenek dışıdır. Zorlandığı zamanlar olur ama yine de şartlar dahilinde en doğru kararı verir...

Bu sıraladıklarımın ışığında ‘süper kahraman’ etiketi bu hikayedeki karakterleri betimlemek için yetersiz kalıyor...




Kendi aralarında olduğu kadar içsel çelişkiler yaşayan problemli karakterler...

Uyuşturucu müptelası bir süper kahraman!

Grup olarak hareket etmekle ilgili sorunları olan, emir almaktan hoşlanmayan bir diğeri!

Çocukluğundan gelen ezikliği yetişkinliğe taşımış, eline fırsat geçtiğinde bu çocukluk travmasını doğrudan ya da dolaylı tetikleyenleri öldürmeye yönelen bir başkası!

Dünyanın sonu gelirken bunu önemsemediğini, umurunda olan tek şeyin kızı olduğunu söyleyen, kahramanlığı kafasında bitirip bir kenara koymuş bir anne!

Bütün bu ‘sıradan insan’ çelişkilerini ve kaygılarını taşıyan sıradışı kahramanların yanında klasik süper kahraman idealistliğiyle hareket eden o tek karakter, Spaceboy, diğerlerini görünce öyle gerçekdışı görünüyor, öyle sırıtıyor ki...

Sadece bu kadar da değil, karakterlere sıradan insanların bakış açısı da alışılmışın dışında. Sanki Daily Bugle’da Jameson’un o çok sevdiği toplum düşmanı Örümcek Adam sürmanşetleri gibi ‘Yine dünyayı mı kurtarma peşindeler!’ şeklinde hafiften alaya alınan bir kahraman grubunun hikayesi var bu sayfalarda...

Mükemmel kahramanlardan, idollerden sıkılanlara, bu karakterlerin gerçekliğini sorgulayanlara derinlikli, çelişkilerle dolu sorunlu süper kahramanlar...



Bu tuhaf evrenle ilgili o kadar çok soru var ki yanıt arayan...

Mesela uçan atomik bir dirsek darbesiyle yere serilen uzay kalamarları ne zamandan beri insanlar tarafından yadsınmaz durumda?

Mesela bir uzay kalamarı bu dünyada kendine yer edinmişken yine bir uzaylı olan hem de Sir ünvanına sahip Reginald Hargreeves insanlar arasında neden gerçek görüntüsünü maskeleyerek dolaşmak ihtiyacında?

Mesela sosyal hayata tamamen angaje olmuş, bir polis memuru ya da elinde bond çantasıyla önemli konumların insanı veya bir bilim adamı olarak ya da bir restoranda kahvesini yudumlarken resmedilen ve Polis Müfettişi Lupo’nun belirttiği üzere ‘maymun olarak genellendirilmekten hoşlanmayan’ tüm bu şempanzelerin hikayesi ne acaba? Gerçi Hargreeves’in özgeçmişinde şempanzelerin beyin kapasitesini arttırmakla ilgili birşeyler var ama ne zaman ve nasıl Maymunlar Cehennemi’nin ilk safhasına gelindi acaba?

Mesela evrimin ne derece önemi var bu hikayede? Halihazırda albümün eskiz sayfalarından öğrendiğimiz üzere Gerard Way evrim mevzusuna oldukça takılmış durumda. Bunu gerek Spaceboy karakterinin bir mars gorili bedeniyle (ki mars gorili de ne acaba?) bütünleştirilmiş kafasında (ki albümde bu durum, fiyaskoyla sonuçlanan Mars görevi sonrasında Hargreeves Spaceboy’un hayatını kurtarmak için deneysel bir ameliyat olarak nitelendiriliyor), gerekse Spaceboy karakteri için düşündüğü ilk isimler olan ‘Darwin’ ve ‘Evrim’de görmek mümkün...

Mesela Dr. Terminal’ın daha bir çocukken tutsak aldığı Allison (Rumor)’ı tek elle çizerken (ki hikayeye göre diğer elini bu zombi robot mideye indirmiş), yetişkin Allison’ın herhangi bir fiziksel yetersizlikle görülmüyor olmasının açıklaması nedir acaba, o el ne zaman yerine takılmış olabilir? Gerçi çizgiroman evreninde ne mümkün olmayabilir ki! Yapabileceklerinizin hayalgücünüzle sınırlı olduğu bembeyaz bir kağıt varken karşınızda sizi ne durdurabilir ki!

Mesela 10’lu yaşlardaki bir bedene 60 yaşın görmüş geçirmişliğini gömmüş, gizemlerle dolu beş numara, başına neler geldiğini anlatmaya başladığında neden Kennedy’ye kadar geri dönülmesi gerektiğini söylüyor?

Mesela altı numaranın başından ne geçti de albümdeki kısa hikayede gördüğümüz halde, esas hikayede yer almıyor? Acaba hayatta mı (ki hikayeye göre grubun biraraya gelmesi durumunda ortaya çıkacak olan o tehdit gerçekleştiğine göre hayatta olmalı) yoksa takımın bazı elemanlarının yaptığı gibi, sevgi yoksunu baba Monocle'a ve dolayısıyla takımına sırtını mı dönmüş? Eğer hayattaysa kendisini simgeleyen ve Vanya'nın yıktığı o anıt niye yapılmış?

Mesela mucizevi bir şekilde doğan çocukların geri kalanlarının öyküleri ne acaba?

Hikayenin merkezinde üzerine süper kahraman sosu serpilerek lezzetlendirilmiş gerçek tabiatıyla insan var...

Ve bu hikayede daha anlatacak çok şey var...

Bu satırları yazarken bir yandan da youtube’dan My Chemical Romance şarkılarını dinliyorum. Kıyamet Senfonisi bir My Chemical Romance seveni ortaya çıkardı galiba  :)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...