Blacksad...



Bazı çizgiromanlar vardır okurun dimağından su gibi akar gider iz bırakmadan... Okurken alınan o keyfe rağmen hızlıca ayrıntılar, yavaş yavaş da ana öykü kurgusu akıldan uçar gider. En son kendinizi o kitabın kapağına bakar halde ‘Ben bu çizgiromanı okudum mu okumadım mı!!!’ tereddüdüyle başbaşa bulursunuz...

Bazı çizgiromanlar vardır mıhlanır kalır o gri kıvrımların labirentinde, çıkamaz dışarı... Bırakın öykünün ana hatlarını unutamamayı, haftalar - aylar sonra ‘Ne lezzetli bir albümdü...’ diye düşünürken hikayeyle ilgili aklınıza gelen o ufacık ayrıntılara şaşırıp kalırsınız...

Blacksad’i işte bu çıpayı atanların arasına koyuyorum ben...


Blacksad ile tanışmam 2008 Şubat’ında okurlarına yeniden merhaba diyen ve maalesef kısa süre önce sona eren bir efsaneyle, Doğan Kardeş’le birlikte oldu. Yeri gelmişken Yapı Kredi Yayınları’na ve editöründen çevirmenine bu dergide emeği geçen herkese, gerek albüm seçimleriyle, gerek kaliteli baskısıyla, gerekse özenli çevirileriyle ortaya koydukları bu nitelikli yayın için teşekkürlerimi sunuyorum. 2010 senesinde yaptığım Brüksel ziyaretinde, karşı konulmaz bir şekilde kentin çizgiromanevlerine girip çıkarken, raflardaki çok satan albümlerin önemli bir bölümünün Doğan Kardeş’te yayınlanmış olduğunu görmek güzeldi. Doğan Kardeş, güncel Frankofon çizgiromanlarını okurla buluşturan önemli bir misyon dergisiydi ancak okur beklentilerini karşılayamadı. Karma bir çizgiroman dergisinde aylık 5-6 sayfa çizgi malzeme okuru tatmin etmedi kanaatimce ve okur yavaş yavaş koptu dergisinden. Blacksad gibi üst sınıf bir çizgiromanın bile bundan nasibini aldığına inanıyorum. YKY’nin bu aylık 5-6 sayfalık, bana göre talihsiz yayın formatı diğer pek çok güzel albümle birlikte Blacksad’in de hakettiği övgüyü alamamasına, farkedilmeden kaybolmasına sebep oldu. Blacsad’in gerçek tadını alabilmek için albüm olarak yayınlanmasını beklemek gerekiyormuş...

Juan Diaz Canales’in kaleminden çıkan antropomorfik çizimler tertemiz, duru ve aydınlık...

Juanjo Guarnido’nun yazdığı hikayelere ise aksine karamsarlık hakim, sanki aslolan mutsuzluk. Mutluluk bu süregiden mutsuzluk sürecinin çok kısa kırılım anları...


Blacksad hikayelerinin geçtiği atmosfere gelirsek...

Amerika... 1950’li yıllar... Karışık bir siyasal ortamda manipüle edilmiş ya da edilmeye açık insanlar... Yükselen faşizm... Senatör Gallo’nun yalan dolan, iftira ve gerçekdışı belgeler üzerine inşa ettiği ölümcül komünist avı başlamak üzere... Hikayeleri bu kadar sevmemdeki önemli neden belki de dönem Amerikasının çarpık, anti demokratik ama etkin siyasal düşüncelerinin arka planda yoğun olarak verilmesi... Wasp (beyaz – anglosakson – protestan) faşizminin küçük, önemsiz bir fraksiyonunun yalan dolanla ve kendi ideolojisini alet ederek acımasızca katlettiği kendi lideri... Senatör McCarthy’nin Blacksad evrenindeki izdüşümü olan Gallo’nun önderliğindeki cadı avının toplumda yarattığı dehşet dalgası ve bu devlet terörü karşısında ortaya çıkan iki farklı tepki: bir tarafta korkuyla sin(diril)miş insanlar ve diğer tarafta başkaldırı... New Orleans’ta bir gece kulübünde o yılların gerçeği olarak zencilere ve beyazlara ayrı ayrı tuvaletler olduğunu gösteren kareler... Okurken ana hikaye açısından hiç de önemli olmayan ayrıntılara takılıp kalıyorum. Mesela ‘Cehennem, Sessizlik...’ hikayesinden merak ettiğim bir ayrıntı: zenci Sebastian altın vuruşu yapmak için siyahlara ait lavaboya mı giriyor acaba!

John Blacksad’in geçmişine dair çok fazla bilgimiz yok henüz. Kenar mahallelerden birinde geleceğin potansiyel suçluları olacak çocukların arasından sıyrılmayı becerebilmiş zeki bir çocuk olduğunu öğreniyoruz. Kızıl Ruh isimli hikayede ‘parlak çocuk’ diyor ona eski öğretmeni Profesör Otto Liebber. Yine aynı hikayede çok kısa bir üniversite hayatı olduğunu öğreniyoruz. ‘Tarih bölümündeki öğrenciliğim göz açıp kapayıncaya kadar sona ermişti. Okuldan atılmam için bir ders yetmişti.’ şeklinde anlatıyor Blacksad, Liebber’in ders verdiği sınıfa doğru ilerlerken...

Sert, sıkı bir adam... Yöntemleri acımasız... Yargıya, yargının hür ve gerçekten adil olduğuna dair kuşkuları var. Yeri geldiğinde hem iddia makamını, hem hakimi, hem de infazcıyı oynuyor, kendi adaletini uygulayabiliyor. Gölgeler Arasında Bir Yerde isimli hikayede peşine düştüğü katilin mevkisini kullanarak yargıyı satınalacağından ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edeceğinden duyduğu kuşkuyla fazla tereddüt etmeden adamı öldürebiliyor...

Belli ki cazibeli... Girdiği bir ortamda kadınların bakışlarını çekmesinden bunu anlamak mümkün. Bir de her hikayeyle birlikte kabarıklaşan, kimisi film yıldızı, kimisi ünlü bir yazar olan sevgili listesinden...

Geçmişi hakkında fazla bilgi sahibi olmadığımız gibi dostlarını da çok az tanıyoruz. Blacksad yalnız çalışan bir dedektif ama hikayelere zaman zaman kendisine muhabir Weekly eşlik ediyor. Bir de yukarılardan nüfuzlu birilerinin baskılarıyla bir noktada pes demek zorunda bırakılan ve bu gibi durumlarda Blacksad’den destek arayan polis komiseri Smirnov henüz tanıyabildiklerimiz...


Okurlara kendini tanıttığı Gölgeler Arasında Bir Yerde isimli ilk hikayesinde Blacksad, öldürülen eski sevgilisinin katilinin peşine düşüyor. Sürdüğü iz onu Statoc isimli bir para babasına götürdüğünde, Statoc’un sahip olduğu onca para ve güçle istediği herşeyi ve herkesi hatta Blacksad’i bile satın alabileceğini hissettirdiği dair o sayfalar unutulmaz. O karakterin özgüveni gerek konuşma balonlarıyla gerekse çizimlerle ne kadar güzel yansıtılmış o karelere. Bana kalırsa albümün en güzel, en unutulmaz sayfaları bunlar...


İkinci hikaye olan Arktik Irk ise müthiş bir kara film hikayesi. Acıma duygusundan yoksun karakterler, intikam peşindeki gözü dönmüş bir femme fatale, onun kadar cüretkar olamayan bir kardeş. Irkçılık arkaplanında kötülerden ve intikam peşindeki biraz daha az kötülerden oluşan sürükleyici bir hikaye. Çözümlemeye ulaştığınız o son sayfalarda karakterlerin insafsızlığı ve cüretkarlığı karşısında ağzınız açık kalıyor...


Serinin üçüncü albümü Kızıl Ruh ise karanlık geçmişleriyle aslında kimin gerçekten iyi, kimin gerçekten kötü olduğunun kararını tekrar tekrar değiştirdiğimiz bir hikaye. Bu sefer de McCarthy’nin Einstein, Orson Welles, Bertolt Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller gibi aydınları, sanatçıları ve bilim adamlarını kızıllıkla suçladığı ‘Muhbir ol kurtul!’ döneminden esintiler taşıyan güzel bir öykü...


Guarnido’nun hikayelerinin güzelliği her yeni albümle birlikte yükseliyor. Şimdilik son albüm olan ve daha şimdiden tekrar tekrar okuduğum Cehennem, Sessizlik bana kalırsa en iyi Blacksad öyküsü. Bu sefer New Orleans’ın egzotik atmosferi ve blues arkaplanında onyıllar öncesinden kaynaklanan bir öfke, nefret ve tabi ki intikam hikayesi ortaya çıkarmış Guarnido. Sebastian, sahnede piyanosunun başına geçmiş halde Prizen Blues’u ortaya çıkaran dramları anlatırken boğazda takılı bir yumruya dönüşüyor söyledikleri...

Son olarak yine Blacksad’in ağzından günümüz insanına getirdiği eleştirilerden biri:

‘Özel teşebbüsün en küçük tüketim arzularımızı karşılayacak düzeyde olduğu büyük bir ülkede yaşıyoruz. Herhangi bir markete şöyle bir göz atmak yeter. Aradığını bulamazsan üzülmene gerek yok, er geç biri bütün taleplerini karşılayacak bir dükkan açacaktır...’



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...