Marvel’ın girift X evreni yeni okuru çok da sıcak karşılamaz bildiğiniz üzere... Yıllar içerisinde ölen, dirilen, tekrar ölen, yine dirilen, taraf değiştiren, geçmişe giden, günümüze dönen, geleceğe sıçrayan, gelecekten gelen sayısız karakterle kafalar öyle bir allak bullak olur ki ‘en iyisi ben hiç bulaşmayayım’ der bir köşeye çekilirsiniz... Yok inat ettiniz, çözeceğim bu yapıyı dediniz, bu sefer de karakterler arası pembe dizi kıvamındaki kim kimden hoşlanıyor, kimin ne zaman kiminle bir münasebeti olmuş, tek taraflı mıymış yoksa karşılık görmüş mü bu aşkı, ne kadar ileri gitmişler, birlikteliklerinde gerçekten o kişiler miymiş yoksa taraflardan biri onun görüntüsüne bürünmüş bir suret değiştiricisi miymiş ya da yaşananlar gerçek miymiş yoksa üçüncü bir mutant zihinleriyle mi oynuyormuş sorunsalı çıkar karşınıza... Bunlara ek olarak şahsen takıldığım diğer bir nokta da bu mutantların sınıflandırılmaları... Bunlar kendi aralarında ‘Sen alpha seviye mutantsın ahbap, be...
Seksenlerde çocuk olmak apartman bahçesinde kazılan avuç içi kadar çukurlarda misket oynamaktı, raptiyelerle – çıkartmalarla özene bezene süslenen plastik arabaları ucu direksiyona benzesin diye çember haline getirilen uzun tellerle sürmekti, türlü çeşidinden gazoz kapakları toplamaktı, mahallenin tüm erkek çocuklarının dahil olduğu yine o zamanlar bolca bulunabilen boş arazilerde kızılderili – kovboy meydan muharebeleri yapmaktı. Ve biraz da Atom Karınca demekti, He-man demekti, Kara Şimşek demekti, Nils ve Uçan Kaz demekti... Ve bugün Nils deyince o zamanların çocuklarının ezici çoğunluğu çizgi filmini hatırlayıp 'Nerede o eski çizgi filmler azizim...' ruh haline bürünseler de o günlerde bir de çizgiromanları yayınlanıyordu bu popüler karakterlerin. Unutulmasınlar, bir yerlerde izleri kalsın bu fasiküllerin... O dönemin çocukları hikayeyi hatırlayacaktır... Tembel, bencil, yaramaz, hayvanlara eziyet etmekten keyif alan, gerek ebeveynlerinin gerekse çiftliğin hayvanl...
Birkaç gün önce aklıma düşürdü çizgiroman dostum sevgili Hayalkahvem. Atilla Atalay diye yazmış, son kitabından kendine dair kısacık bir anekdot aktarmıştı ve bu da Sıdıka'nın ilk sayfalarını çevirmeme giden sürecin fitilini tutuşturmuştu... Atilla Atalay üniversite yıllarımda kalmış bir yazar. Mizah dergilerinde 'Sıdıka' karakteriyle tanımıştım yazarı, sonra da kitaplarında o acıtan, kalp ağrıtan tarafına tanıklık etmiştim. Devamında da bir müptelalık hali hasıl olmuştu. Hemen hemen her seneye bir adet sığdırdığı o yeni kitabının hazırlık aşamasında olduğu haberinden raflardan çekip aldığım o sahiplenme anına kadarki sürecini merakla takip eder olmuştum. Ki o yılların internet yoksunluğunu düşününce bu takip şimdiki gibi applikasyona birkaç kelime girmek şeklinde değildi; belirli bir seviyede merak, belirli bir düzeyde kulağı deliklik gerektiriyordu. Bazen derginin bir köşesinde kendine yer bulan bir müjde ya da gazetenin tekinin haftasonu kitap ekinde ufak bir h...
Temel Reis arabayı Superman'dan daha rahat kaldırıyor gibi =)
YanıtlaSilIspanak bu azizim, sarı güneşin yarattığı etkiye benzemez :)
YanıtlaSil