Dallas 22/11/63
Marty McFly: That's right, Doc. November 12, 1955.
Doc: Unbelievable, that old Biff could have chosen that particular date. It could mean that that point in time inherently contains some sort of cosmic significance. Almost as if it were the temporal junction point for the entire space-time continuum. On the other hand, it could just be an amazing coincidence. *
* naçizane çevirim: İhtiyar Biff’in özellikle o tarihi seçmesi inanılmaz. Zamandaki o noktanın sanki kozmik bir önemi var, adeta uzay – zaman sürekliliğinin vazgeçilemez bir kesişim noktası. Tabii tüm bunların şaşırtıcı bir tesadüf olması da olası..
Hatırlarsanız ‘Geleceğe Dönüş’ üçlemesinde Marty, 12 Kasım 1955 tarihli okul balosundan farklı amaçlarla iki defa geçiş yapar. Kötü olarak da niteleyebileceğimiz bir dizi tesadüf sonucu döndüğü geçmişte, yine şanssız tesadüflerin kelebek etkisinin sonuçları varoluşunu tehdit eder hale dönüşünce bu ilk seferdeki maksat, gerçekleşmesi gerektiği üzere annesiyle babasının o baloda birbirlerine aşık olmalarını sağlamaya dönüşür. İkinci dönüşü ise 2015’in (filmin yayınlandığı tarihe göre söylersek geleceğin) Biff Tannen’ının 1955’in Biff’ine çılgın bir servet yapabilmesi için teslim ettiği spor almanağını geri almaktır..
Christopher Lloyd’un belki de hayatının rolünü oynayarak canlandırdığı tuhaf ve sevimli bilim adamı Doktor Emmett Brown’ın birbirinden bu kadar ayrı, ‘üçleme için konuşuyorum’ bu kadar sarsıcı iki olayın aynı tarihe denk gelmesine yorumu yukarıdaki gibi olur..
Kennedy suikasti de bu aralar benim için, 'Geleceğe Dönüş’ün bu vazgeçilmezi, Marty’nin dönüp dolaşıp tüm zaman çizgilerinin kesişmekle yetinmeyip adeta kördüğüm olduğu bu meşhur Hill Valley okul balosuna gelmesi gibi. Sebebi de yine tesadüflerde yatıyor, açıklayayım..
Şu son ayda, yolu Kennedy suikastinden geçen, odağına bu olayı alan iki kitap geçti ellerimden; birisi Stephen King imzalı roman 22/11/63, diğeri ise Şemsiye Akademisi çizgiroman serisinin ikinci cildi ‘Dallas’. Birbirinden böylesi farklı mecraların - türlerin - olay örgülerinin - anlatıların, uzay-zaman sürekliliğinde dönemeç olarak aynı olayı seçmeleri, her ikisinin de zamanda bu noktaya dönüp suikasti önlemeye - gerçekleştirmeye çalışmaları ve daha da garibi bunları benim bilinçli olmadan ardarda okumam. İşte bahsettiğim tesadüfler silsilesi bu. Doktor Emmett Brown’ın dilinden konuşursam: ‘Kozmik bir şakayla karşı karşıya olabiliriz Marty!’
Madem böyle bir tesadüf söz konusu, ben de bunları harmanlayayım dedim kendi kendime. Bakalım ortaya ne çıkacak :)
Dediğim gibi, bir hafta olmadı 22/11/63’ü bitireli. Dolayısıyla hissiyatım henüz tazeyken, kitap (hatta daha çok yazar) hakkında biraz karalamak istedim..
Bu romandan alacağınız keyfin, Stephen King'i nasıl bildiğinizle, onun kaleminden ne beklediğinizle çok alakalı olduğu kanısındayım. Stephen King ne yazarsa okuyan birisi değilim, kendisine böylesi bir bağımlılığım yok. Lakin tüm külliyatına hakim olmasam da kitaplarında günümüze yaklaştıkça açık bir eksen kayması görüyorum. Kendisini edebiyat alemine ve okura tabiri caizse döve döve kabul ettirdiği janr olan korku ve gerilim, günümüze yaklaştıkça kademe olarak yumuşuyor adeta yok oluyor, King edebiyatı başka mecralara kayıyor.
Dolayısıyla kitabı okurken beni rahatsız eden tek şey 22/11/63'ün bir Stephen King romanı olmasıydı. Çünkü..
.. Kabul ediyorum, zaman yolculuğunun olmazsa olmazı kelebek etkisinin kabaca aktarılmış, aceleye gelmiş, bana kalırsa üzerinde üstünkörü düşünülmüş, sonuçları itibariyle kör gözüne parmağım şekilde altı kalın kalın çizilmeye çalışılmış son sayfaları dışında sürükleyici bir kitap 22/11/63. Okurken mest olmamak, bazı tarihi ayrıntıların bana uzun gelmesini saymazsak, pek de olası değil..
Duyduk ki 22/11/63'ün dizi uyarlaması için işler pek de iyi gitmiyormuş.. |
Ama benim Stephen King paragraflarından beklentim apayrı.
‘Hayvan Mezarlığı'nı ilk okuduğum o 11-12 yaşımda kaç gece uykumun kaçmasını hatırlıyorum mesela. Ya da ‘O'yu okurken hissettiğim gerilimi. Sonra ‘Misery’, of of of.. Bunların hepsi hayal gücümün motorlarını feci harekete geçiren, beni gerçek anlamda ürküten, korkuyla dürten hikayelerdi. Diyebilirsiniz ki çocuktuk, belki daha kolay etkileniyorduk. Peki ben farklı bir önermeyle ortaya çıksam ve desem ki..
..Ya koca bir yazar edebiyatta varolduğu kulvarı yitirmekte, dimağında bu janra dair ne varsa harcamış, krediyi tüketmiş halde kendisine farklı çıkış yolları aramaktaysa?!!
Neyse, bunlar üzerine fikir yürütmek anlı şanlı edebiyat eleştirmenlerinin işi diyerek bu sefer de Şemsiye Akademisi Dallas izlenimlerimden devam edeyim..
Şemsiye Akademisi karakterlerine giriş niteliğindeki ‘Kıyamet Senfoni’sinden sonra Beş Numara özelinde daha derin bir bilgilendirme söz konusu 'Dallas'ta. Ve aynen ilk kitabın bir panelinde Beş Numara’nın dudaklarından dökülen ‘Belki de anlatmaya Kennedy suikastiyle başlamalıyım’a koşut bir halde hikaye bu olayın çevresinde dönüyor. Kimdir bu Beş Numara, bu ölümcül potansiyeli nasıl ortaya çıkmıştır, üzerine yapışmış bu 10 yaşındaki fiziksel görünümün sebebi nedir?
Öğreniyoruz ki tarihsel sürekliliğin ve statükonun korunabilmesini amaçlayan Temps Aeternalis tarafından farkedilmiş ve yaşayan en tehlikeli silaha dönüştürülmüştür Beş Numara..
Bu hikayenin tam anlamıyla Hill Valley okul balosu olan yeri, gerçek suikastçi Lee Harvey Oswald’ın da saldırı için konumlandığı kitap deposunun altıncı katı (ki bu mekan King'in romanında da mühim). Beş Numara’nın yaşlı benliğiyle orada ilk bulunmasının nedeni Kennedy suikastçilerini avlamak, genç görünümüyle geri dönmesinin sebebi ise yaşlı haline engel olup Kennedy suikastinin gerçekleşmesini sağlamak. Bu nasıl bir kaos! Hoşgeldin Marty McFly! Ama buradaki ufak farklılık Marty’nin ikinci ziyaretindeki olanca gizlenme, ilk ziyaretindeki kendisine görünmeme çabasına rağmen farklı zamanların Beş Numara’larının buluştuğu uzay-zaman sürekliliğindeki bu kavşak noktasında birbirlerinden sakınmamaları..
Dikkatli takip edilmediği takdirde içinde kaybolması çok olası bir hikaye. Ve yine sonu itibariyle merakta bırakıyor. Albümün ortalarında bir yerde nükleer silahların tetiklenmesiyle dünya evrenden silinir. Doğru anlayabildiysem, özellikle belirtiyorum doğru anlayabildiysem, Temps Aeternalis’in yöneticisi Carmichael’ın belirttiği üzere suikastin gerçekleşmesi, diğer zaman sürekliliğinde dünyanın sonunu getiren bu silahların Kennedy tarafından Hargreeves’e verilmesinin önüne geçmiştir. Ama Carmichael’ın bu olayı anlatırken kullandığı lisan ve sözcükler öylesine cımbızla çekilmiş ki..
İşin amacı statükoyu korumak. Ahlaki zaafı olan, imtiyaz sahibi başka bir kara takım elbiseli adam, Kennedy’nin yerini alacak ve bu böyle sürüp gidecek.. Başka bir isyankar kopuk dünyayı bir kurşunla değiştirmeye karar verene dek.
Ne var ki bu sefer eskaza dünyayı da kurtardınız. Kennedy’nin Hargreeves’le tanışıp, ona sizi öldürmeleri için bizim yolladığımız o iki psikopatın eninde sonunda eline geçecek olan nükleer silahları engellediniz..
.. O silahlar sizin tüm çabalarınıza rağmen..
.. dünyayı yok ettiler..
Bunu, bonusa sayın.
Defalarca okudum bu sayfayı. Hikaye boyunca Carmichael'ı, işi gereği herhangi bir zamana ait olmayan, uzayın ve zamanın üstünde-ötesinde bir karakter olarak algıladım. Dolayısıyla Carmichael’ın bu panellerde bahsettiği tanık olduğumuz o alternatif uzay-zaman sürekliliği mi yoksa ‘.. sizin tüm çabalarınıza rağmen dünyayı yok ettiler..’ derken, zamana çok daha yukarıdan bakan birisinin gelecekten verdiği bir kara haber mi, bir felaket tellallığı mı emin olamıyorum..
Gerard Way yine yapacağını yapmış Dallas’ta..
------------------------------------
------------------------------------
Stephen King’in 22/11/63'ün de yolu defalarca çizgiden geçiyor; sıralayayım..
İçeri girdim. Kapının üstündeki çan çınladı. Beni, çürümekte olan ahşabın pis kokusu ve toz bulutları değil, portakal, elma, kahve ve hoş bir tütün kokusu karşıladı bu sefer. Sağ tarafımda kapakları yırtılmış çizgi romanlarla dolu bir raf vardı. Archie, Batman, Kaptan Amerika, Plastik Adam, Mezar Hikayeleri, ne ararsanız. Bu hazinelerin üstlerine elyazısıyla eBay’deki çizgi roman tutkunlarının kalp krizi geçirmelerine yol açacak bir not iliştirilmişti: ‘TANESİ 5 SENT, ÜÇ TANESİ 10 SENT, DOKUZ TANESİ 1,15. SATIN ALMAYACAKSANIZ DOKUNMAYIN.’
Seni suçlayamam. Beni en çok etkileyen Daisy havalı tüfek kısmı oldu. 50’lerde piyasaya sürülen neredeyse bütün çizgiromanların arka kapağında Daisy markalı havalı tüfeklerin reklamını görürdün. Mahallemdeki her çocuk –Amerika’daki her çocuk- iki şeyin hayalini kurardı: Daisy markalı havalı tüfekler ve Davy Crockett şapkası.
‘İyi biliriz,’ diye fısıldadı Beverly. Ellerine bakıyordu. Ardından gözlerini bana çevirdi. ‘Kaplumbağa’yı tanıyor musunuz?’ Kaplumbağa kelimesini özel isim gibi telaffuz etmişti.
Ninja Kaplumbağalar’ı bilirim, demek geçti aklımdan ama demedim. Çocukların Leonardo, Donatello, Rafael, ve Michelangelo’yla tanışmalarına daha yıllar vardı. Başımı iki yana salladım.
Arka tarafı işaret ettiğinde koşa koşa ‘BOĞALAR’ ve ‘İNEKLER’ yazan kapılara gittim. Omzumla ‘BOĞALAR’ yazan kapıyı açıp içeri daldım. Bok, sigara ve klor kokuyordu. Gözlerim sulandı. İçeride tek bir tuvalet kabini vardı, onun da kapısı yoktu. İyi ki. Pantolonumu banka soygununa geç kalmış bir Süpermen hızıyla çıkarıp döndüm ve klozete oturdum.Tam zamanında.
Birkaç öğrenci sonraki derse geç kalmak pahasına bile olsa içinde yaşadıkları toplumla ilgili endişelerini dile getirebilmek için sınıfta kaldılar. Toplumda gördükleri yanlışlardan ve ailelerinin kendileri için tasarladığı hayatlardan duydukları hoşnutsuzluktan bahsettiler. Gözleri parlıyordu, yanakları heyecandan kızarmıştı. Pek çoğunun kitapçılarda Salinger’ın yasak kitabını arayacağından emindim. Sınıftan son çıkan Amerikan futbolu takımının armasını taşıyan bir kazak giymiş kaslı bir çocuktu. Archie çizgi romanlarındaki Mason adlı geyiğe benziyordu.
Kürdana iliştirilmiş küçük karideslerden birini alıp sosa batırdım. ‘Ne hoş bir kıyafet. Speedy Gonzales’e dönmüşsün.’
‘Hiç başlamayın. Gerçekten komik birini görmek istiyorsanız Vince Knowles’a bakın.’ Öğretmenlerin beceriksizce ama neşe içinde voleybol oynadıkları yönü işaret etti. Vince’in silindir şapka ve smokin giydiğini görünce şaşırdım. Etrafını hayran hayran sihirbazlık numaralarını izleyen çocuklar sarmıştı. Eğer ceketinin kolundan ucu görünen eşarbı fark etmeyecek kadar küçükseniz, numaraları fena değildi. Ayakkabı boyasıyla yaptığı bıyık güneşte parlıyordu.
‘Onun yerinde olmaktansa Tommiks* gibi görünmeyi tercih ederim.’ Dedi Mike.
* pizagor’un notu: Kronolojik olarak uygun gibi görünse de fumettinin pek de erişemediği Amerikan coğrafyası gereği metinde geçen bu Tommiks, biz Türk çizgiroman okurlarının çok çok iyi tanıdığı EsseGesse imzalı Tommiks değil, ilk Hollywood westernlerinin kovboy karakterlerinden meşhur Tom Mix. Tabi bu ayrıntıdan EsseGesse’nin Capitan Miki’sinin Türkiye’de nasıl Tommiks’e dönüştüğünü de kestirebiliyoruz :)
Bölmede oturmuş nefes almaya çalışırken anılar zihnime doluştu.
Mercedes Sokağı’ndaki Ivy ve Rosette. Soyadları Al’ınki gibi Templeton’dı.
İp atlayan kızlar: ‘Charlie Chaplin Fransa’ya gitmiş! Oradaki kadınları seyretmiş! Kraliçeye selam!’
Sessiz Mike ve elektronik mağazası.
Gömleğinin önünü Süpermen gibi parçalayan George de Mohrenschildt.
Billy James Hargis ve General Edwin A. Walker.
------------------------------------
Son olarak 22/11/63’ten gözüme çok batan ve maalesef defalarca tekrarlayan bir çeviri hatası aktarayım:
Arabalar sekiz çekişli olmaz (imkansız değil ama George Amberson’un kullandığı arabalar özelinde konuşursak böyle bir durum söz konusu değil), motorları sekiz silindirli olur. Kullanıcıları bu durumu kısaca sekiz silindirli araba olarak niteler, sekiz çekişli değil.
Ve sekiz çekişli ve sekiz silindirli kavramlarının birbirine benzerliği ancak bir karpuzla bir yumurta kadardır. Hatta yumurta ile karpuz en azından yuvarlaklık babında benzetileceği için tam anlamıyla doğru bir örnekleme olmaz bile..
Yorumlar
Yorum Gönder