Cesur Yeni Dünya üzerine saçmalamalar..
Aldous Huxley’in ‘magnum opus’u olan Cesur Yeni Dünya, George Orwell’in 1984 romanındaki gibi ‘faşizan!’ bir yönetim altındaki dünyanın neye benzeyeceğinin bir başka portresini sunuyor okura. Ancak 1984’deki distopik kurgunun, farkındalığı olan, bilinçli ama eli kolu bağlı, sıkı takip altında, en ufak hatasında okka altına giden insanlarından ve düzeninden farklı bir ortam buradaki. Güçlü, düzene başkaldırıya toleransı olmayan, ama yöntemleri itibariyle daha yumuşak faşizan bir ortam söz konusu olan. Toplum geneline hakim olan, koşullandırılmış da olsa, bir mutluluk var. İnsanlar üretiyor, hızlıca tüketiyor ve kendi şartlandırılmış değer yargılarına göre mesut bir şekilde yaşıyorlar. Binyılların toplumsal yapısı, kutsalları alaşağı edilmiş, sıkı sıkıya sarılan bugünün değerlerinin hep içi boşaltılmış ya da evrilmiş. Mesela tek bir kadına ya da erkeğe bağlılık garip karşılanıyor, anne ya da baba ağza alınamayacak bir küfür olarak değerlendiriliyor bu geleceğin insanları tarafından..
Cesur Yeni Dünya çarpıcı fikirler öne sürüyor, ama yazıldığı döneme göre..
Mübalağalı bir örnekleme olacak belki ama bu kitap Lang'in Metropolis'i gibi. Varlığı yadsınamaz, açtığı yol inkar edilemez ama nasıl Metropolis'i seyredip de özel efektlere bayıldım diyemezsek bu da öyle. Sanıyorum sorun bu kitabı çok geç okumamda çünkü birileri buradaki fikirleri defalarca çalmış, önüme koymuş ve ben de afiyetle yemişim. Türevlerinin tadını aldıktan sonra da Cesur Yeni Dünya’nın beni alaşağı ettiğini söylemem zor. Ama şunu da kabul ediyorum, bilimkurguya, özelinde de distopya okumaya bu kitapla başlıyor olsam çarpılırdım ama an itibariyle ve vakti zamanındaki naçizane okumalarım sebebiyle sadece etkileyici demekle yetiniyorum..
Demode ama etkileyici..
Cesur Yeni Dünya gerçekten distopya mı? Ya da (bana göre aynı kapıya çıkan) distopyaya evrilmiş bir ütopya mı? Koca koca uzmanların buna distopya demeleri, hem de distopyanın temel kitaplarından biri olarak değerlendirmeleri aslında nazarımda (bendeki de nasıl bir özgüvense artık) çok da mühim değil. Ortada çok somut bir gerçek var bana kalırsa: Kurulan yeni düzen, toplulukta ortaya çıkan yok sayılabilecek bir anomali oranı dışında, insanlığa kendilerini mutlu ve tamamlanmış hissettiriyorsa çok da sıkıntılı bir durum olmamalıdır bu. Hele ki kişiler daha iyi bir düzen, daha farklı bir mutluluk tanımıyorlarsa - hayal dahi edemiyorsa, mutluluğa şartlandırılmışsa bu durumu sağlayan dünya düzeninin sorgulanması, tukaka ilan edilmesi gerekir mi? Kitapta bahsi geçen Kıbrıs deneyi ve (abartılı olduğunu kabul ettiğim) sonuçları zaten diğer durumu açıklamıyor mu? Biz okurlar, Cesur Yeni Dünya’nın ortaya koyduğu yapıya şu anki değerlerimizle bakıyoruz ve distopya çıkarımını yapıyoruz. Kişiye özel ufak nüansları olsa da aslında genel çerçevesi itibariyle hepimizde aşağı yukarı örtüşen, mükemmel düzenin bir tarifi var, bir ütopya var aklımızda. Bu tarifin içerisinde özgür irade var, bilinçli - hür seçimler var. Bu tarifte güçlü aile, sağlam kadın – erkek ilişkileri, yüceltilen arkadaşlık – dostluk, adanmışlık, bireyci – hazcı değil toplum çıkarına göre hareket eden insan olgusu var. Okur olarak bu değerleri bir kefeye koyarken, karşısına Cesur Yeni Dünya’yı çıkarıyoruz. Böyle olunca kıyaslamada Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya kurgusu karşı ağırlık olarak hafif kalıyor..
Iron Maiden'ın 'Cesur Yeni Dünya'sı.. |
Pekiyi ya yarın bu değerleri alaşağı eden yepyeni bir düşünce sistemi ortaya çıkarsa, kefede şu anki ütopyamızın karşısına çok daha ağır basan bu sistem konursa! Şu sevilen popüler kavramı; X ve Y ve de Z olarak adlandırılan ve her birine bambaşka karakteristikler bahşedilen kuşaklarını düşünün mesela. Bu yaklaşıma göre İkinci Dünya Savaşı’na kadar adeta konservatif kalan insanlığa bir anda birşeyler oluyor. Dünya 15 – 20 senelik zaman dilimleriyle ardarda gelen kuşaklar tarafından apayrı algılanıyor ve şekillendiriliyor. Aileye, sosyal hayata ve iş hayatına dair söylemler ve yöntemler her 15 – 20 seneyle birlikte değersizleşiyor, anlamsızlaşıyor, eskiyor. Herşey büyük bir hızla değişiyor, başı çekense değerlerimiz oluyor.. Değerlerimizin farklılaşması da bizi Cesur Yeni Dünya’ya elli – altmış yıl öncesine göre daha yakın, daha kabul edilebilir hissettirmiyor mu? Elli yıldaki bu değişimi gözönünde bulundururak romanın geçtiği 26. yüzyıl Londra’sının doğal süreç içerisinde ortaya çıkmasına, en azından değerlerimiz babında imkansız diyebilir miyiz?
Cesur Yeni Dünya’da gerçekleştirildiği üzere, insanları sevecekleri, inanacakları şeylere koşullandırmak doğru mu, değil mi? Soruyu böyle yöneltince yanıtının olumlu olmasını beklemek bir miktar safdillik olacaktır illaki. Pekiyi ya şöyle ardarda sıralasam sorularımı..
Günümüzde aile dediğimiz kavram ne yapıyor? Rol model olarak alınan ebeveyn de çocuğu şartlandırmıyor mu, yüzde yüz olmasa da dünyaya bakışını belirlemiyor mu? Dinibütün bir aileden gelen çocuklar neden çoğunlukla aynı şekilde devam ediyor ya da tam tersi durum ateist bir aileden gelen çocukta yine genellikle benzer bir inançsızlık olarak ortaya çıkıyor? Ebeveyn etkisinden sonra okul, öğretmen, arkadaş çevresi silsilesi devam ederek ağacı yaşken eğmiyor mu? Sorun bireysel olarak ebeveynlerce şartlandırılmada değil de egemen yönetim tarafından her bireyin mükemmel üst resmi oluşturmak üzere ayrı ayrı ve kesinliği kanıtlanmış kitlesel koşullandırmasında mı?
Bugün dahi bireyin sınırları, hareket alanı aile, toplum (hatta coğrafi olarak doğuya kaydıkça egemenler) tarafından belirlenirken hangi özgür düşünceden, hangi hür iradeden bahsedebiliriz ki!
Cesur Yeni Dünya’nın cinsellik anlayışı ‘Herkes herkesindir!’ ilkesinden bahsetmeden geçmek olmaz. Salt cinselliğe indirgenerek içi boşaltılan kadın – erkek ilişkilerinin dünyası burası, insanlarında tek eşlilik ve aidiyet duygusu yok. İlişkiler de zamana özgü diğer herşey gibi kullan – at formatında. Herhalde kitabın yazıldığı dönem için ne kadar sarsıcı ve kabul edilemez bir düşünce olmuştur bu. Bugün ise çok daha toleranslı olduğumuzu söylesem abartmış olmam sanıyorum. Bu tarz her çiçeğe konan, her çiçekten bal alan yaşamlar ‘kadınıyla - erkeğiyle’ halihazırda (hem de gün geçtikçe artan bir sıklıkla) yok mu zaten, o kadar masum mu günümüzün insanlığı? Ya da masumiyet bu mu? Size bir sır vereyim, demin de dediğim gibi ‘kadınıyla - erkeğiyle’ gençliğinde cinselliği anlık ya da kısa süreli –en iyi ihtimalle orta vadeli- yaşayan, sonra otuzlu yaşlarının başlamasıyla birlikte ‘n’oluyoruz, bu düzen böyle gitmez, durulmam lazım, artık çoluğa çocuğa karışayım, çocuğumu doğurayım, zaten bizimkiler de evlenmem için başımın etini yiyor!' diyen pek çok arkadaşım oldu. Dünya değişiyor, insanlar evriliyor, değerler farklılaşıyor, toplumlar başkalaşıyor.. Koşar adım Cesur Yeni Dünya'ya gidiyoruz..
Her daim tatmin edilebilen suni hazlar çerçevesinde ‘mutlu’ bir hayat, daha iyisini hayal dahi edemiyorsan, o kadar da kötü olmamalı..
Bu bir kabus değil..
Yorumlar
Yorum Gönder