Justice League: Throne of Atlantis


Orta karar bir konu, yetersiz aktarılmış – aceleye getirilmiş bir öykü, zayıf bırakılmış karakter gelişimleri..


‘Benim filmlerim ciddidir, ismi lazım değil birileri gibi güldürmez!’ diyen DC/Warner Bros, belli ki bu açığını çizgi filmlerle kapatıyor, ancak fazla sulu ve düşük seviyede bir espri anlayışıyla..

Çizgi filmin iki cümleyle özeti işte bu..

Sınırlı süreye sıkıştırılmış kahraman takımı öykülerinin derdi var burada da: Romain Gary’nin sevilen mezesi ‘Çok kadın aslında hiç kadındır..’ından hareketle dile getireceğim ‘Çok karakter aslında hiç karakterdir..’ sendromu söz konusu olan.. Peki nedir bu sendrom: Ayrı ayrı tanıtılması, orijin öykülerinin yüzeysel de olsa aktarılması gereken bir grup süper figürün bir anda ve bir arada izleyicinin önüne çıkması durumu, bunun yarattığı yetersizlik hissi. Throne of Atlantis, Aquaman özelinde bir orijin öyküsü kabul edilebileceği için Adalet Birliği’nin sekizinci üyesi olacak bu karakter okura en azından tatmin edici bir şekilde aktarılmakta. Peki ya diğer yedisi? Misal tüm o nüktedanlığıyla kendisinden tiksindiren Shazam.. IQ seviyesiyle ilgili yoğun tereddütler yaşatan bu karaktere özel aktarılan o küçücük sahne Shazam’a yabancı olan benim gibiler için yeterli mi, pek de emin değilim..


Bu film öncesinde 'Justice League: War' var, belki şu anda şikayet ettiklerimin bazılarının yanıtları oradadır. Ancak ‘Throne of Atlantis’ için önceki filmine göre büyük bir ilerleme olduğunu söyleyen de ortalıkta, ardılının öncülüne göre çok zayıf kaldığını belirten de. Ve bu yoğun tezatlı durum benim izleme iştahımı kapıyor açıkçası..



Filmin kötüleri için de durum farklı değil ki.. Taçsız Prens Orm yeterli derinlikte işleniyor mu, tereddütteyim.. Queen Atlanta’nın Atlantis tahtının varisi olarak Prens Orm’u değil de vakti zamanında geride bıraktığı, o an için aslında bir hiç olan Arthur’u tercih etmesinde kendisinin bir melez ve denizle yeryüzü arasında bir köprü olmasının dışında da tamamen Orm kaynaklı nedenleri var mı acaba? Ya da Black Manta kimdir mesela, olaylara nasıl böylesine dahil olabilmiştir? Arthur Curry’nin uzadıkça uzayan bar kavgasına daha az vakit ayrılsa (mesela aynı keltoşu tekrar tekrar dövmesine gerek kalmasa), buradan arttırılan süre karanlıkta bırakılan noktalara aktarılsa, ayrıntılandırılması unutulmuş yerlere bir miktar daha yoğunlaşılsa kesinlikle daha iyi olurmuş..


Önyargılar gibi ardıl yargılar da tehlikeli aslında çünkü olumsuz ardıl yargılar varolan güzelliklere dair bir körlük yaratıyor. Olumsuz başlayan bir yazının devamı da olumsuz geliyor, övücü birkaç kelam edemiyorum çizgi film hakkında..

İzlerken en fazla rahatsızlık duyduğum konu tapon diyaloglar, bomboş muhabbetler oldu. Çocuk işi diye diyaloglarda derinlik mevzusu üzerine kafa yorulmuyorsa bu had safhada kan, gereksiz şiddet niye var bu çizgi filmde? Eğer ki yetişkinlere göre bir çizgi film ise koca koca karakterler böylesi zeka yoksunu konuşmak zorunda mı? Throne of Atlantis, bana kalırsa daha en temelinde hitap ettiği kitleyi belirlemekten ve ona neyi nasıl sunması gerektiğini anlamaktan aciz..



Yine misal diyeceğim, misal tsunami Metropolis’i vurmak üzereyken, kıyıdan kaçıp iç bölgelere doğru uzaklaşma olağanlığı yerine askerler ellerinde silahları, sanki bir etkileri olacakmış gibi tsunamiye doğru harekata kalkışma olağandışılığını sergiliyorsa bu durumu yine yaratımsal IQ sorunsalı çerçevesinde değerlendiririm. Diyelim hikaye öyle gerektiriyor ve generalin orada bulunma zorunluluğu var, öyleyse bir helikopterle tsunamiyi gözlemliyor olsun, sahne alması gereken yerde indirtsin hava aracını, söylesin repliğini. Beğenmediniz mi? Bundan daha havalılarını bulmak için yazar Heath Corson sağlam bir çek almış olmalı :)

Hani şöyle bir yarım saat daha uzun tutulsaymış..

Hani diyaloglar üzerine biraz daha düşünülseymiş..

Hani zevzeklikle komikliğin arasındaki çizginin ayırdına varılsaymış..

Hani izleyicinin de belirli bir zeka düzeyinde olduğu farkedilseymiş..

Hani..



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman