5 Ronin


Bu sefer önce notumu vereyim, 7.9/10..

Albüm hakkında ilk söyleyebileceğim, karakterleri öğrendiğimde hikayeden beklediğimin bu olmadığı ama buna rağmen hoşuma gittiği. Beğenme nedenim de belli; ezber bozan her alternatif kurgu nazarımda takdir edilesi..

17. Yüzyıl, Japonya ve sıkıcı basitlikte bir zamanda yolculuk teması olmaksızın Wolverine – Hulk – Punisher – Psylocke ve Deadpool..


Benzer bir çağ ve ambiyans değişimi Neil Gaiman’ın kaleminden de hayat bulmuştu. 1602 kurgusunda karakterler hatırlanacağı üzere hala fantastikti, az çok tanıdığımız gibilerdi, sadece çağa özgü bir adaptasyon söz konusuydu. Albümü okurken aslında birkaç yüzyıl farkıyla aşina olduğumuz Marvel evrenine dalıyorduk..

5 Ronin’de ise durum apayrı. Ölememek gibi, bir yerlerde hep tetikte bekleyen ve kontrolü yitirdiğinde ortaya çıkan canavar gibi, zihin okumak gibi gayet tanıdık ve alelade olmayan durumların yarattığı acabalarla, galibalarla başlıyor ve ilerliyor sayfalar:

Acaba pençeler ne zaman çıkacak?

Acaba yeşil bir deve dönüşecek mi?

Acaba psişik katanayı görebilecek miyim?

Acaba, acaba, acaba..

Sonrasında şunu farkediyor okur: Karakterlerin bazı özel durumları korunuyor görünmesine rağmen bunların kökeninde herhangi bir olağanüstülük yok gibi, yanıtlar sıradana indirgenmiş. Farklılıkları psikolojiye, kendini eğitmeye, gelişmiş gözlem yeteneğine ya da söylenceye dayalı. Kurguda bu 'süper' öğelere, Seyfettin Efendi ile birlikte ayırdına vardığım bir kavram olarak gayet 'pozitivist' yaklaşılmış..

Şimdilik diyelim..

Öykünün başarısı bu konuda ketum davranması da bir taraftan. Başka bir yazarın bu kurguyu kaldığı yerden alıp devamında gayet sert bir dönüşle fantastiğe kayması işten değil..


Deadpool okurla muhabbette...

Hikayeler bir başlarına güzel olmasına rağmen bütünde süreksizlik hissi yaratıyor, son perdede kendilerine başrol bulamayan Hulk ve Punisher'a ait bağımsız bölümler dolgu malzemesi gibi kalıyor. Bu tekil fasikülleri hikayenin gelişiminde olmazsa olmaz bir yere oturtamıyorum. Peter Milligan'ın böyle bir hikayede Deadpool’a yer vermesi de aslında gayet ilginç. Hikaye sulu sepken değil, aksine alabildiğine ciddi. Buna rağmen sevimli zevzek, dozu iyi ayarlanmış hafifliğiyle anlatıda hiç sırıtmıyor. Ve bir Deadpool klasiği olarak dördüncü duvarı yıkmayı da ihmal etmiyor..

20. yüzyılın modern mitolojilerinin başat karakterlerini bambaşka hallerde, sıradan insana indirgeyerek okurun karşısına çıkarmak bana kalırsa oldukça riskli. Anlatıya ronin olarak dahil olan koca koca Marvel tayfası beklentiyi fantastik tarafa kanalize ediyor illaki. Sonrasında gelen her yönüyle gerçekçi, 17. yüzyıl Japonyasından bir intikam öyküsü ters köşe yapıyor okuru, ezberini bozuyor. Ve bu, Jos Whedon'ın Avengers filmindeki Bruce Banner ve Quicksilver yorumlarından memnun kalınmayıp da yönetmenin ölümle tehdit edildiği saçma sapan bir gerçeklikte, herkesin hoşnut olacağı bir durum olmaktan uzak.. Ben beğendim lakin sevmeyeni de çok olacaktır..



Son olarak JBC’ye haddim olmayarak bir öneri getireceğim. Albümün tema (ve hatta pazarlama) tercihinin Deadpool’dan değil de Wolverine’den yana kullanılmasının daha da iyi sonuç vereceği kanısındayım. Misal ikinci baskı yapılır da kapağında bu sefer David Aja’nın Wolverine çizimi yer bulursa onu da alır mıyım?

Kesinlikle :)





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman