Wonder Woman


Hani şundan iki sene öncesi, birisi çıkıp da 'Bir Wonder Woman filmi gelecek, acayip olacak, merakla bekleyeceksin!' deseydi, muhtemel tepkim ‘Git işine arkadaşım!’ şeklinde olurdu. Lakin sonra, 2016 senesi başlarında bir fragman izledim ve durumum hakikaten o ‘birisi’nin öngördüğü hale büründü. Bir fragmanın ardında, çizgi karakterlerin sinema evrenini geriden takip etmekte beis görmeyen ben, kendimi o bir küsur yıl sonraki vizyon tarihini sabırsızlıkla beklerken ve beyaz perdeye düşer düşmez de Wonder Woman’ın muhteşem görselliğine dalarken buldum...

Neydi o Themyscira, o ne kadar da güzel bir Cennet Adası tasviriydi! Diana’nın ve Themyscira’nın orijinine doğru giderken anlatıda ne bir fazlalık, ne de bir eksiklik vardı. Amazonların ne muhteşem savaşçılar olduğunu gösteren idmanlardan sonra Cennet Adası’na düşerek istemeden de olsa kirleten, Chris Pine’ın canlandırdığı, Steve Trevor karakterinin peşisıra getirdiği düşmanlara karşı sergilenen o savaş sahnelerinin hakkını vermek lazım. Özellikle de Antiope’nin kalkan üzerinden sıçradığı o müthiş sahne! Daha sonra Diana 1. Dünya Savaşı sırasında cephede, daha doğrusu savaş alanına dönüşen bir kasabada bu hareketi taklit ederken Antiope’nin yanında çok sönük kalıyordu...



Wonder Woman’ı izlerken şunun ayırdına vardım: bu yeni nesil çizgiroman uyarlaması filmleri seyrede seyrede (ve illaki o tarz çizgiromanları okuya okuya) gelişen bir refleksimiz var ki adı da ‘şüphecilik’. Ters köşe peşindeki senaristin en olmayacak karaktere en umulmadık hareketi yaptıracağının beklentisi doğrultusunda çalışan bir beyine evrildik pek de farkında olmadan.

Misal, Captain America: Winter Soldier filminde Robert Redford’un canlandırdığı Alexander Pierce karakteri. Film boyunca devletin önemli bir koltuğunu dolduran Savunma Bakanı Pierce, hiç ummadığım şekilde, Hydra’nın da en üst düzey yöneticilerinden biri çıkmış, ‘Hail Hydra!’ diye diye hakkın rahmetine kavuşmuştu. Şaşırdım mı? Evet, hem de çok...

Misal, 2009 yapımı X-Men Origins: Wolverine... Filmin duygusal anlamda sonsuza ıraksadığı o sahneyi, Logan’ın nihayet yanında huzuru bulduğu ve büyük aşk yaşadığı, Lynn Collins’in canlandırdığı Kayla Silverfox’un Sabretooth’un pençelerinden gelen ölümünü düşünelim. Bu acıklı sahnenin üzerine filmin o noktaya kadar getirdiği, geçmişinin günahlarını unutmak adına çekildiği inziva hayatından yüzseksen derece dönen, mantığını kaybeden, intikamının peşinde, Danny Huston’ın rolünün hakkını verdiği Albay Stryker’ın incelikli düşünülmüş planına uygun olarak kucağına düşen Wolverine kadar bana da büyük şaşkınlık yaşatmıştı, sonlara doğru Kayla’nın Weapon X tesislerinde kanlı canlı karşımıza çıkması...

Dolayısıyla temkinliyim. Bana her sunulanı olduğu gibi kabul etmeyen, her taşın altında bir hinlik arayan bir bilinç durumum söz konusu...

Wonder Woman filminde de bu hissiyata paralel ama başka bir durum bangır bangır bağırıyordu: Ares!

Ares'in Savaş Tanrısı olarak savaştan beslenmesi, dolayısıyla da savaş alanının generallerinden birisi olması ve öyleyse hikayeye göre elimizde kalan tek kötü Alman general olan Ludendorff'un (ki ne güzel tesadüf kendisi William Stryker’ı oynayan Danny Huston idi) da kılık değiştirmiş Ares olması gerektiği şeklindeki düşünüş silsilesi aşırı basitlikte ve anca Diana gibi dış dünyayla kirlenmemiş bir saflığa uygunlukta bir mantıksal çıkarım olduğu için bu olasılığın üzeri doğrudan çiziliyordu. Peki öyleyse Ares kim olabilirdi? İster istemez ve kendime engel olamaz bir şekilde bu küçük gizemi düşünürken dünya mülayimi Sir Patrick’in ilk birkaç sahnesinden sonra eşime dönüp 'Ares bu!' deme noktasına gelivermiştim. Dolayısıyla filmin sonlarına doğru giderken bir miktar lezzet yitimi yaşadım, şaşıramadım...

Ares ortaya çıktıktan sonra da bir eksiklik, bir tuhaflık vardı onda. Kendisini ifade edişinde kudretli bir savaş tanrısından öte, Loki'ye özgü, adeta onunla özdeşleşmiş, hilelerin ve iknanın tanrısını gördüm o karakterde. İnsanlığı bir nevi lanetlerken doğruları mı söylüyordu? Evet, kendi bakış açısından (ve bana göre de) gayet haklıydı ama savaşa adanmış bir tanrının yolu böyle olmamalıydı. Binyılların mitolojisine tezat hissettim Ares özelinde...

Görüşüm, Nolan’ın Batman’leri sonrasını, son dönem DC filmlerini düşünürsek, Wonder Woman, Superman'in katil olarak gösterildiği, şaşıra şaşıra ve ayıla bayıla izlediğim ‘Man Of Steel’ kurgusundan sonraki iyi DC filmi. 'Dawn Of Justice'da biraz tereddütle yaklaştığım Gal Gadot, Wonder Woman olarak göz doldurmanın çok ötesinde, kötü yönetmenlerin elinde heba olmazsa bir silsileye, bir efsaneye imza atmak üzere. Chris Pine, maalesef karakteri tek kullanımlık da olsa, yine rolünün hakkını veriyor. Eğer ki ‘Böyle bir filme kadın yönetmen olur mu?’ şeklinde endişeleri olan varsa yanıtlayayım: Vallahi harika oluyormuş! Bir kadın, aksiyonu da, duygusallığı da, şiddeti de, mizahı da o kadar kıvamında, o kadar dengeli verebiliyormuş ki! Patty Jenkins yönetmenlik koltuğunda harika bir iş çıkarmış...

Film sonrasının kaçınılmazı ise Wonder Woman’ın çizgiromanlarına yönelmek oldu. Bana göre elimin altında da iyi bir seçenek vardı: Wonder Woman Earth 2 ya da bizim çizgiroman literatürüne geçtiği haliyle, Wonder Woman Yeni Dünya...

Bu Yeni Dünya konsepti, bazı çizgiromanseverlerin aksine, beni gayet tatmin ediyordu. Gerek Straczynski’nin Superman’e getirdiği alternatif orijin ve bir miktar değişmiş karakter olsun, gerekse Geoff Johns’un Earth 2 Batman’ine yakıştırdığı farklılıklar, ‘bana kalırsa’ iyiydi. Günahı onyılların misarına tezat karakterizasyon farklılıkları olsa da, bu yüzden holigan okurca aforoz edilse de, kendini tekrarlayan hikayeler yerine karakterlere bambaşka açılardan, ‘what if’ kıvamında bakmak keyifliydi. Zaten Henry Cavill’in Çelik Adam’ını da sırf bu yüzden bu kadar sevmemiş miydim?

Aynı beklentiyle YKY’den çıkan bu albümü okumaya başladım fakat birkaç onlu sayfadan sonra kocaman bir ‘ama’sı oldu. Filmde anlatılan öykü, hem bu çizgiroman albümünde aktarılan alternatifine göre daha hoşuma gitti hem de filmin görselliği yanında, çok ilginçtir – tam tersi olmasını beklerdim, çizimin görselliği zayıf kaldı. Grant Morrison, ki değil alternatif kurgu – süregiden kurguya dahi getirdiği yeni açılımlarla beni şaşırtan bir yazardır - bir evren mimarıdır, burada yazar olarak gayet sönük kalıyordu. Bu defa Yeni Dünya konsepti beni yarı yolda bırakıyordu...

Albüm için 'meraklısına' diyorum. Ama filmi, Gal Gadot'ın Wonder Woman'ını seyredin illaki...


Yorumlar

  1. Karamba Pizagor,
    Yoo! Önce filmi seyredeceğim. Film hakkındaki yorumunu sonra okuyacağım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hay bin köfte! Hala seyredilmedi mi?!! Çabuk Çabuk Çabuk :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman