İçinden Çizgiroman Geçen Roman: Ölüm Makinesi


‘Ellis mi yazmış bu kitabı!!! Hani şu bizim çizgiromancı Warren Ellis!!! Roman da mı yazıyormuş bu adam!!!’

Tamamen tesadüfi olarak karşıma çıkan bir romanın bende yarattığı ilk tepki böyle oldu. Görür görmez de ne yazmış, nasıl yazmış, yorumlar ne şekildeymiş, hiç bunlara bakmadan, tamamen kadim çizgiromancı dürtülerinden kaynaklanan ‘Bunu mutlaka okumalıyım…’ iç sesi kendisini duyurmaya başladı. Gerçi Warren Ellis’i Türkçe olarak sadece Astonishing X-Men’in altıncı cildinden hatırlıyorum. Transmetropolitan ve Planetary gibi çok sağlam kurguları olduğunu ise henüz duymaktan bir adım öteye taşıyamamışım. Ama yine de ‘Ölüm Makinesi’ zevksizliğinde, üçüncü sınıf kurgulara ve filmlere layık bir ada rağmen Ellis etiketine kayıtsız kalamayarak kitabın cazibesine kapıldım. Hatta öyle bir cazibe ki kafamdaki okuma sırasına aradan kaynak yapacak kadar karşı konulmaz geldi o an. Lakin keşke önce ‘Goodreads’ notuna baksaymışım!

Kahramanımız, New York polis teşkilatı detektifi John Tallow, ortağını çatışmada kaybeden silik ve sinik bir karakter. Pingback nedeniyle satın alınan ve boşaltılması istenen bir binanın kendi halinde yaşayıp giden sıradan bir sakininin, aldığı bir celple normallik ile delilik arasındaki o ince çizginin delilik tarafına kayan bir çılgının elinden olur ortağının ölümü. (Şu pingback çok tuhaf bir kavram; finans - borsa verilerinin akmasında altyapı sebebiyle yaşanan gecikmeleri dert edinen -ki bahsettiğimiz bu gecikmeler saniyenin onda birleri mertebesinde-, kazanç ve çöküş arasındaki farkı bu gecikmenin asgariye indirilmesine bağlayan daha da tuhaf patronların pingback sihirbazları ile doğru konumları bulmalarını kapsıyor. Kitap bunu biraz feng shui’ye benzetiyor ki zaten o da ayrı bir tuhaflık...) Ve bu çatışmada kurşunun tekinin kapısını delip geçtiği daire yüzlerce faili meçhulun çakıştığı bir nokta olup çıkar. Bu sözde kapatılmış dosyaların yeniden gündeme gelecek olmasıyla böyle bir belayı polis teşkilatının başına sardığı için belirgin bir nefret dürtüsüyle soruşturma Tallow’a yıkılır. Ve fakat amirlerinin gözünde başarısızlığı garanti olan, günah keçisi olarak seçilen, camiadan silinip yok olması için kucağında bulduğu bu soruşturma Tallow’un yıllardır kullanmaktan imtina ettiği zihni melekelerinin ortaya çıkabilmesi için vesile olur. Sonrasında gelsin olayların ardındaki dudak ısırtan komplo ve açgözlülük – hırs – güç sevdası şeklinde insani zaaf üçgeninin sınır tanımazlığı. ‘Tünekleriniz ne kadar yüksekte olursa olsun, sizin ve diğerlerinin hayatta ulaştığınız noktalardan asla memnun olmayacağınızı rahatlıkla tahmin edebiliyorum.’ diye yazıyor Warren Ellis...

John Tallow’un elindeki sınırlı veriyle çıkarımlarına hayran kalsam da yine çok zeki bir detektifi anlatan Jo Nesbo yazınının (Harry Hole) keyfini alamadım bu kitaptan. Sözcüklerin müziğinden yoksundu. İnce ince işlenmiş, üzerinde tekrar tekrar düşünülmüş, kelimeleri özenle seçilmiş, ağdalı yazınları seviyorum anladım ki. Aksi durumda tatmin duymuyorum okuduklarımdan. Yoksa sert bir öykü. Avcının çalışma şeklinin, öldürme yöntemlerinin aktarıldığı sayfalar o anları yaşatıyor insana. İnsanın neler yapabileceğinin, vahşetinin hangi noktalara varabileceğinin dehşetini hissettiriyor. Daha da güzeli sonunun oldu – bitti hissi yaratmaması. Kopkolay, basit bir çözümleme diye düşündürmüyor. Son ana kadar mücadeleyi bırakmayan taraflar söz konusu: ‘rağmen’ vazgeçmeyen onurlu(lar), asla teslim olmayan avcı(lar). Ama kitapların hacmi doğal bir ‘spoiler’ olduğu için son sayfalara gelirken artık birşeylerin netleşeceği ortaya çıkıyor maalesef. Yoksa devam etme, güçlenerek geri dönme potansiyeli olan iki taraf üzerinden ilerliyor hikaye...

‘Ölüm Makinesi’ni okumazsanız ne olur? Bir kere, çok da büyük bir kaybınız olmaz. Ayrıca belki bir çizgiromana dönüşür günü geldiğinde, işte o zaman bu anlatının okuma keyfi katlanır. Zaten bana kalırsa Warren Ellis çizgiroman yazarlığında, metnini destekleyen görsellerle, çok daha başarılı...

Madem çizgiromana getirdik mevzuyu, ‘Ölüm Makinesi’nin barındırdığı çizgililere bir bakalım:


Uzay gemisi benzetmesi içeride de geçerliliğini koruyordu. Burası devasa alüminyum borulardan oluşan sütunları ve parlak zeminiyle ana geminin katedrali gibiydi. Tallow zeminin üzerinde yürürken magnezyum veya onun gibi bir şey diye düşündü: yaylıydı ya da bir şekilde tahtaların üzerine yerleştirilmişti, öyle ki Tallow yürürken ayakları biraz yaylanıyordu. Sabahları asansörlere doğru yürürken üzerinde yaylandığınız, Kainatın Hakimleri ortamını anımsatan bir zemindi.


Kadın biraz rahatlayarak gülümsedi ve sanki bir arkadaşıyla karşılaşmış gibi elini uzattı. ‘Harika. Ben Sophie.’
Tallow kadının elini sıkarken aynı zamanda gücünü de tarttı. ‘Ben John. Bunlar da meslektaşlarım Scarlatta ve Bat.’
‘Bat?’ Kadın, göğsünü teknolojik amaçlarla incelemekte olan OYİ memuruna bakıp sırıttı. ‘Bu neyin kısaltılmışı?’
Batmobile,’ dedi Bat.
‘Terbiyeni takın,’ dedi Tallow ve apartmanın kapısını açmak için yaklaştı.

Tallow’un yedi günlük bir izin için belgeleri resmi olarak imzalatmak üzere Teğmen’in ofisinde olması gerekiyordu. İşine geri döneceği garanti edilerek verilen bir izin. Ama o Baxter caddesindeydi ve yeni bir otomobil – Çakmaktaşlar’dan fırlamış gibi duran bir sürüşü olmasına rağmen, en azından Tallow için yeniydi – park etmiş, Mezar’a doğru gidiyordu.

Çizgiromana üç gönderme ve bana kalırsa üç hatalı çeviri! Çizgili jargona tanıdık biri bu şekilde mi çevirirdi şüpheliyim. Kainatın Hakimleri hiç oldu mu bizim için? Varsa yoksa ‘He-man’di, ‘İskeletor’du o çocukluğumuzun efsane çizgi filmi. Ya da Flintstones? Tamam orijinali böyle ve motamot karşılığı Çakmaktaşlar olabilir ancak kırk senedir ‘Taş Devri’dir onun adı bu topraklarda. Batmobile ise çevirilmesi unutulmuş konuşma balonu gibi duruyor orada. Şu noktada tercihimi ‘Batmobil’den yana kullanıyorum...
Bu bariz göndermelerin haricinde kitap boyunca defaatle bahsi geçen ve mevzusu her karşıma çıktığında bana Tex Willer’i, daha doğrusu Gece Kartalı’nı hatırlatan ‘wampum’u ve bir çizgiroman dostumun -ki camiada kendisi hennesy olarak tanınır- meşhur lafını belirtmeden edemeyeceğim:

Bunların hepsi Tex’te var... 😊


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Cassandra Nova: İlk Düşman