The Thing: Freakshow
DC’nin evren mimarı olarak sıfatlandırdığı Geoff Johns’u bilirsiniz illaki. Hani şu uzun vadeye yayılmış kurgularıyla meşhur adam.. Hani şu Green Lantern’ı dipten alıp en tepeye çıkaran kişi.. Hani taze Rebirth konsepti kurgusunun arkasındaki yazar.. CCO da diyorlar ona, tam olarak ‘Chief Creative Officer and Architect’ olarak lanse ediliyor, yaratıcı ekibin yöneticisi ve evren mimarı gibi bir anlamı var.. Bu ‘mimar’ nitelendirmesini ilk duyduğumda, mürekkep yalamış, lisansta burnu bayağı sürtmüş, amfi sıralarında ter dökmüş bir mezunun, fahri diplomaları şöminesinin üzerine dizenlere karşı duyduğu çekememezlik sebepli ‘Hadi len, neyimin mimarısın sen!’ şartlanmasıyla bıyık altından güldüğümü itiraf edeyim. Ama Johns’un yaptıklarına tanık oldukça bu mimarlığı olgunlukla kabul ettiğimi de belirtmeliyim. Hem Matrix’in de bir ‘Mimar’ı yok muydu, o sanal gerçekliği insanların tatmin edilmesi gereken mutsuz olma dürtülerine göre yıkıp yeniden kurgulayan, Neo’yu yaratan. Orada bu 'Mimar'a hiç sorun çıkarmamıştın Pizagor. İster Matrix’te, ister DC’de, büyük resmi çizmekle, oraya giden taşları döşemekle, bağımsız değişkenlere rağmen o hayal edilen noktaya ulaşmakla ilgili bahsedilen bu mimarlık. Bu bağlamda Tolkien de bir mimar oluyor, Müstecaplıoğlu da. Hatta evdeki halının üzerinde koskoca bir evren kurgulayan, oyuncaklarını ona göre hareket ettiren – konuşturan, o benzersiz hayalgücüyle sizin ufaklık da. Diğer taraftan evren mimarı da demiyorlar Johns’a, evren mimarının yolu tanrıyla - tanrısallıkla çakışırken, tüm dünyada yükselen dinin her türlüsüyle birlikte maazallah kör bir kurşuna hedef olmamak için sadece ‘mimar’ deyip geçiştiriyorlar. Ama alt metinde, kurgu bir çizgiroman evreninin tanrısını oynadığını söylemeye getiriyor Geoff Johns’un. Çünkü orada ‘Işık olsun’ diyor, oluyor..
Bu adama eser miktarda yıl tanıdığınızda muazzam sonuçlar çıkarıyor çıkarmasına da acaba tek sıkımlıklarda ya da kısa serilerde de aynı başarıyı gösteriyor mu, hiç merak etmiyor musunuz? Ben ediyorum. Bunu değerlendirebilmem için de karşımda Geoff Johns imzalı ‘The Thing: Freakshow’ isimli dört fasiküllük kısa seri duruyor..
Her ne kadar Thing sevimli bulduğum bir karakter olsa da açıkçası ben onu Fantastik Dörtlü’nün bir üyesiyken severim. O gruptaki çiçeklerin arasındaki çirkin böceğin, bahtsız bedevinin, oynamaktan gizliden gizliye zevk aldığını düşündüğüm o itilmişin – kakılmışın cazibesine kapılırım. Yoksa tekil olarak yaşadığı maceralar fazla da ilgimi çekmez. Lakin geçmiş bilgeler büyük lokma ye, büyük laf etme demişler. Olur ya, gün gelir e-bay’de gezinirken bir kısa seriye tesadüf edersin ve oradaki Geoff Johns ismine tav olursun. Bir an sonra bakarsın o seri sepette, satın alınmak üzere. Ve işte böyle, sadece bir isim bile Thing’e dair bir ezberini bozar..
Diğer tüm çizgiroman incelemeleri gibi bunun da öyküyle ilgili okuma zevkinizi bozabilecek tüyolar içermesi kaçınılmaz. Eğer ki ‘Nasılsa The Thing: Freakshow’u okumam..’ ya da ‘Okuyana kadar burada yazılanları zaten çoktan unutmuş olurum..’ diyorsanız, buyurun devam edelim..
Öykü, Benjamin Grimm’in delikanlılık döneminden bir anıyla başlamakta. Arkadaşını ayartarak gittiği ucube sirkinde bedeni oldukça deforme bir çocukla yaşadığı tatsız olay, çocuğun cadı kılıklı annesinin Grimm’i lanetlemesiyle sonuçlanır. Thing aynada o zevzek delikanlılığının aksini görürken günümüze döneriz. Ancak genç Benjamin’in lanete ve lanetleyene karşı o an için ‘Sen bunu benim külahıma anlat!’ tadındaki hareketleri olsa da olayın üzerinden onca yıl geçmesine rağmen hala fiziksel durumunun bu lanetle ilişkisi olup olmadığını, lanetin gerçekliğini hala sorgular bir durumda olduğunu sonraki fasiküllerde görmekteyiz..
Hemen peşisıra gelen panellerden öğreniyoruz ki Ben’in istediği anda Thing halinden insan suretine dönebildiği bir dönemdeyiz.. Fantastik Dörtlü, ekipçe katılacakları bir geçit töreni için süslenip püslenmektedir. Herkesler en yakışıklı haliyle ortalarda dolanacakken Ben’in bu törene insan suretiyle katılma isteği Susan tarafından reddedilir..
Hemen araya gereksiz bir bilgi de sıkıştırayım. Bu hikayeden yıllar sonra yayınlanan bir Fantastic Four fasikülünde, Reed ve baba Nathaniel Richards 2000 yıl sonrasına yaptıkları zaman yolculuğunda, Thing’in hala hayatta olduğunu hayretle göreceklerdir. Bu deneyim ortaya çıkaracaktır ki Thing o turuncu taşsı, çirkin halindeyken adeta ölümsüzdür, sadece insan suretine döndüğü o sınırlı zamanlarda yaşlanmıştır..
Thing’in ne bitmez çilesi varmış böyle arkadaş. Çirkin olacak, çirkin kalacak, sonsuza kadar çirkin yaşayacaksın. Kahrından ölmeyi, ölüp de huzura kavuşmayı bile beceremeyeceksin. Nasıl zalim bir kaderdir bu! Eyyyyy yazarlar, ne alıp veremediğiniz var şu garibanla, neden bir gün yüzü göstermezsiniz kendisine?
Bol bol somurtan Thing dışında New York sokaklarındaki geçit töreninde herşey güzel gitmektedir, ta ki Wrecking Crew’in ortaya çıkıp da ekibe zor anlar yaşatmasına kadar. Bu saldırı esnasında Wrecker meşhur levyesiyle Thing’in kabuksu - taşsı sırtından kanırta kanırta koca bir parça koparmayı başarır. Fantastik Dörtlü Wrecking Crew tehdidini bertaraf eder ancak Thing sırtında bir boşlukla kalakalır. Okur şimdiye kadar Thing’in aldığı darbelerin etkisiyle o kabuktan ufak tefek parçaların etrafa saçıldığına defalarca tanık olmuştur ancak bu yepyeni bir durumdur. İnsan hali için bu yaranın çok tehlikeli olabileceğini söyleyen Reed, Ben’den yara iyileşene kadar insan suretine dönüşmemesini ister. Ve arbede de oradan çıkar. Thing alayına isyan bir halde alır başını gider. Kafasını dinlemek gibi bir niyeti olsa da bir dizi talihsizlikler sonucu yolu yeniden bir ucube sirkine düşer. Tesadüf bu ya, gençliğinde karşılaştığı ve annesinin kendisini lanetlediği o çocuk da oradadır. Lakin o çocuk da gayet serpilmiş, kaba kuvvette Thing ile yarışabilecek seviyeye gelmiştir..
Öykü bu noktada bir günah çıkarmaya dönüşeceği kanısını yaratır ama okur yanılmaktadır. Senaryoda ‘plot twist’ dediklerinden gerçekleşir, öykü sakin sakin yatağında ilerlerken bir anda boyut değiştirir, sınırlarını evrene genişleterek Kree – Skrull bitmeyen hesaplaşmasıyla ve hatta İzleyiciler’in bile olaya dahil olmasıyla devam eder..
Hikayeyi çok başarılı buldum. Başı sonu belli, Marvel evrenine dair sınırlı bilgiyle bile rahatlıkla okunabilen, kim kimdir referanslarıyla saç baş yoldurmayan cinsten keyifli bir hikaye..
Bir yandan bir arkadaşlık öyküsü, diğer yandan intergalaktik bir komplo hikayesi. Kree’lerin öyle pek de masum bir ırk olmadıklarını, minnacık bir çocuğu kendi çıkarları uğruna alıkoymaktan çekinmediklerini göstermesi açısından da ibretlik..
Geoff Johns müthiş yazmış, kısa yazında da rüştünü ispatlamış, Scott Kolins harika çizmiş. Ben beğendim, imkanı olanlar okusun, keyifli birkaç saat geçirsin derim..
Yorumlar
Yorum Gönder