Kabus... Ah-Eh-Nai... Delilik...



Bataklıktaki kulübenin dışında tembel tembel uyuklarken gördüğümüz Çiko ve avlanmaya çıkan Zagor... Sıradan bir Zagor hikayesinin başlangıcı gibi herşey. Birkaç panel sonra Çiko’nun başına saçmasapan komik bir durum gelecek diye beklerken dile gelen bir geyikle ilk şaşkınlığı yaşar okur:

‘Beni öldürmek istiyorsun değil mi?’




İşte böyle başlıyor Zagor’un sıradışı destanı. Öyle bir destan ki Zagor evreni şimdiye kadar hiç olmadığı şekilde dağılıyor. Öyle bir destan ki Zagor’u Zagor yapan ne varsa sorgulanıyor. Tüm değerleri, bütün inandıkları ve inandırdıkları adım adım alaşağı edilirken Zagor ilahlık mertebesinden yavaş yavaş uzaklaşıyor, insanlaşıyor, sıradanlaşıyor...

İlk kendisini sorgulamak durumunda kalıyor Zagor: Önce karşı çıktığı, sonrasında kabullenmek durumunda kaldığı ‘Ah-Eh-Nai’nin yani deliliğin pençeleri arasında, yaşadıklarından hangilerinin gerçek, hangilerinin deli aklının yarattığı dehşet dolu hayaller olduğunu bilememenin çaresizliğine kapılıyor...



Hele Naatani Dağı’nın kutsal mağaralarında Akoto’nun da başrolde olduğu o delilik nöbeti yok mu... Tam bitti derken defalarca yeniden başlayan o dehşet karşısında Zagor’un akıl tutulmasını soluksuz takip ediyor okur. Akoto’nun dönüşümlerinin gerçekliğini tahlil edemeyecek durumdaki Zagor, yaşadığı bu kabusu önce reddetse de en sonunda hayatta kalma içgüdüsüne yenilip Akoto’yu Rakum’un kutsal okuyla vuruyor. Dostu kollarında ‘Ben... ölüyorum Baltalı İlah... İçindeki şeytan Ah-Eh-Nai beni öldürüyor...’ diyerek can veriyor...

Bu sayfalara soluksuz dalan okurun durumu da Zagor’dan farksız: neyin gerçek, neyin Zagor’un deliliğinin bir parçası olduğunun ayırdında değil. Akıl sağlığı yerinde bir insanı bile delirtebilecek Naatani’deki bu ralli, hikayenin en çarpıcı bölümlerinden birisi. Kurgusu ve çizgileriyle tutsak olunan bu sayfalarda okur Zagor’un yerine koyuyor kendisini! Gerçek olmadığını düşündüğünüz bir kabusun içindesiniz ama korkuya yeniliyorsunuz. Dehşet dolu hayalleriniz değil, aslında o da hayal ürünü olmasına rağmen, bile bile bir dostunuzu öldürmeniz sizi deliliğe sürüklüyor...



Zagor’un o güne dek verdiği en zor sınav bu belki de. Lakin Zagor kendisinden bekleneni ortaya koyamaz ve mücadeleden yenik ve zihnen dağılmış bir şekilde çıkar...

Zagor’u kısmen toparlamaksa Akoto’ya kalır. Ama Zagor iyiyim diyemez bir türlü, sonraki sayfalarda görüleceği gibi beynini kemiren delilik düşüncesi her fırsatta ikilemlerinin ve kendine dair tereddütlerinin su yüzüne çıkmasına neden olacaktır...

Deliliğinin kaynağı ise yakında kendini gösterecektir: Hellingen!

Ölümden dönen Hellingen, nefretinin kaynağına ulaşmış, ona bütün bu kabusları göstermeye başlamıştır. Naatani Dağı’ndaki hesaplaşmada tam Zagor’u öldürmek üzere tetiği çekecekken Çiko, Perry ve Ottowaların yaylım ateşine maruz kalır. ‘Böyle biteceği yazılıydı’ diyerek son nefesini verdiğine inandırır Zagor’u. Oysa şeytani planının daha başlangıcındadır...



Sclavi bu hikayede çok güzel bir öbür dünya tarifi yapar bir yandan da. Akronluların ışınlama kabininde yokolduktan sonra kendini sonsuz bir boşlukta bulan Hellingen burada birkaç dakika mı yoksa birkaç yıl mı geçirdiğini bilemeden sürüklenir. Bu Hellingen’in cehennemidir aslında, cezasını tamamladığında da cennetini bulacaktır. Sonsuz boşlukta ümitsiz bir şekilde sürüklenirken karşısına bir uzay gemisi çıkar. Kiki Manitu Hellingen için tam ona göre teknolojik bir oyuncak tasarlamıştır. Öldüğünü kabullenebilse bu uzay gemisinde Hellingen icatlarıyla uğraşacak, varlığının bu safhasını mutluluk ve huzurla geçirecektir. Ancak şöyle der Kiki: ‘Hellingen’in nefreti öylesine büyüktü ki öldükten sonra bile yaşadı...’

Zagor ölüp de öte tarafta gözlerini açtığındaysa kendisini yemyeşil bir çayırda bulur ve Kiki Manitu karşısında durmaktadır. Zagor’un ‘Ben neredeyim?’ sorusunu ‘Olmayı hayal ettiğin yerdesin Zagor...’ şeklinde yanıtlar... Sclavi’ye göre öte dünya yaşarken hayalini kurduğumuz, bu tarafta ne kadar kötü bir karakter sergilersek sergileyelim yaptıklarımızın bedelini ödedikten sonra hepimizin yeni bir şans elde ettiği, ölüm anından sonraki varlığımızı huzur ve mutluluk içerisinde sürdürebileceğimiz bir yerdir. Ve bu yer gerçektir! Kiki Manitu Hellingen için yarattığı uzay gemisinin gerçek olduğunu söyler Zagor’a...

Kiki Manitu Zagor’a sonsuz sayıda evrenin ve dünyanın varlığından da bahseder. Hellingen Zagor’a kabusları getirmemiş, aksine onu kabuslarla dolu başka bir gerçekliğe çekmiştir. Dolayısıyla Zagor aslında bir süredir kendi hayatını değil, başka bir hayatı yaşamaktadır.

Mevzu alternatif gerçeklik olduğunda yazar çok daha cesur olabiliyor, emek emek ortaya çıkan karakterleri harcarken ikinci kez düşünme gereği bile duymuyor. Hatta o kadar fütursuz davranabiliyor ki aynı hikayede Zagor’u bile iki kez öldürüp geri getirebiliyor.

İlkinde Shalak tarafından önce bütün o göz boyamaları açıklanarak küçük düşürülen ve sonra da öldürülen Zagor, Makuaty’nin sihirli ilaçları sayesinde kısacık bir an için Kiki ile karşılaşıp ölümden geri döner. İkinci ölüm sahnesi ise Hellingen’in mezarının başında gerçekleşir. Tüm değer verdiklerini kaybetmiş ve psikolojik olarak tamamen dağılmış bir halde Zagor silahını başına dayar ve tetiği çeker. Akoto ise zamanı geri alan bir büyüyle Zagor’u ölümden geri çağırır. Ancak Akoto’nun da dediği gibi Manitu herşeye muktedir değildir. Her iki ölümden dönüşte de cana can kuralı işler. İlkinde Makuaty, ikincisinde ise Akoto hayatlarını kaybeder...

Bu güçlü hikayenin sonu da ayrı çarpıcı. Hikayeyi başarılı bulmamın bir ölçütü de sonunda öldüğünü kabullenen Hellingen’e duyduğum acıma hissi, elveda diyerek doğan güneşe doğru yürüyen Hellingen’e hissettiğim sempati... Çok güçlü bir öykü bu!

Yine bu destanın son sayfalarından aklımdan hiç çıkmayacak birkaç panel...

‘Git ve sakın arkana dönme. Ve benim yaşadığımı düşün... Çünkü öldükten sonra ancak bizi sevenlerin anılarında yaşayabiliriz. Ölümsüzlük nefrette değil sevgidedir... Bu yüzden ben hep seninle birlikte olacağım... Hep burada olacağım...’

Akoto bu sözleri söylerken Zagor ağlamaktadır...

Tıpkı dostu Tonka öldüğünde olduğu gibi...

Tıpkı o tepeye çıkıp beyaz adamın Darkwood’da yaptığı katliamı gördüğünde diz çöküp ağlamaya başladığı gibi...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutantın Alpha’sı, Gamma’sı, Omega’sı...

Nils Holgersson ve Morton: Sapasağlam Bir Çocukluk Nostaljisi...

Clone...